KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Tamam, sorun değil.

Bu torba yasasının 3'üncü maddesi şunu düzenliyor: Barış zamanına ait, subaylarda normal bekleme süreleriyle ilgili bir düzenleme yapılmış, burada "Bu süreler Cumhurbaşkanı kararıyla uzatılabilir veyahut da kısaltılabilir." denmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Anayasa Mahkemesine bununla alakalı iptal talebiyle gittiğimizde bizim gerekçemiz, Anayasa’nın 128'inci maddesine aykırı olduğunu iddia etmekteydik. Anayasa’nın 128'inci maddesinin ikinci fıkrası açıkça "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." demektedir. Anayasa Mahkemesi bu maddeyi Anayasa’nın mülga 91'inci maddesi kapsamında değerlendirmiş, 128'inci madde yönünden ayrıca incelememiştir ancak Cumhurbaşkanının subayların bekleme sürelerini belirleyecek olması açıkça Anayasa 128'inci maddeye aykırılık barındırmaktadır. Madde gerekçesine baktığımız zaman da çeşitli nedenlerle kuvvet komutanlıklarının rütbe karşılama oranlarında eksiklik veya fazlalık oluşması ihtimali değişikliğe gerekçe olarak gösterilmiştir. 926 sayılı Kanun'un 31'inci maddesi esasında Cumhurbaşkanına olağanüstü durumlarda -nedir bu olağanüstü durum, savaş durumunda- bu sürelerin yarıya kadar indirilmesi yetkisini zaten vermiştir. Yani akla ne geliyor başka "olağanüstü durum" dendiği zaman? Şu geliyor: İşte, daha önce de olduğu gibi, kumpas davalarında darbe girişimi sonrasında birtakım bozulmalar oldu bu yapıda ama böyle dahi olsa, bu ihtimal gözetilerek bu gelmiş dahi olsa biz bunu gayet rahatlıkla kanunla düzenleyebiliriz; bununla ilgili Cumhurbaşkanına ayrıca yetki vermeye gerek yok, zaten bu da Anayasa'ya aykırı.

4'üncü, 9'uncu ve 10'uncu maddeler benzer mahiyettedir. 926 sayılı Kanun'un 50'nci maddesi, çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak subaylar hakkında yapılacak işleri düzenlemektedir. Kadrosuzluk, yetersizlik nedenleriyle ayrılma durumları düzeltilmektedir. Buraya yeni bir ek fıkra eklenerek yetersizlik nedeniyle teğmen, albay rütbesinde bulunan subayları Cumhurbaşkanı Silahlı Kuvvetlerden çıkarabilecek. Esasında, bakıldığı zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde mesleğinde yetersiz olan ya da disiplinsizlik nedeniyle meslekte kalması uygun görülmeyen subaylarla ilgili 926 sayılı Personel Kanunu bulunmakta, Sicil Yönetmeliği var, ciddi bir Sicil Yönetmeliği var ve Yüksek Disiplin Kurulu var. Yani neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğu esasında açıklamaya, izaha muhtaç çünkü çok kısa bir süre öncesinde kamuoyunun vicdanını yaralayan, biliyorsunuz, 5 genç teğmenimiz, yeni mezun teğmenimiz -ki bunlardan bir tanesi 1'incilikle bitirmiş genç bir kadın- "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." dedikleri için disiplinsizlik gerekçe gösterilerek Silahlı Kuvvetlerden süratle ihraç edildi. Yani bu gerekçeyi anlamakta zorlanıyoruz ama anladığım kadarıyla büyük ihtimalle bununla ilgili bir önerge verilecek.

Bir de, kanun teklifinin 6'ncı, 7'nci, 8'inci maddeleri Yükseköğretim Kanunu'nda birtakım düzenlemeler getirmektedir. Teklifin 6'ncı maddesiyle fiilî olarak YÖK'ün tüm üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması sağlanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Teklifin 7'nci maddesiyle de rektör atamalarıyla ilgili Anayasa Mahkemesinin iptal kararı verdiği hükümler aynen gelmektedir. Şimdi, buna göre "Devlet ve vakıf üniversitelerinde rektörü Cumhurbaşkanı atar." denilmektedir. Rektör atanacaklarla ilgili herhangi bir kriter yok, görev süresi kısıtlaması yok, dönem kuralı yok, seçim yok. 1980 öncesinde, bakıldığı zaman, darbeden önce seçim vardı. Darbeciler seçimi kaldırdı, "Devlet Başkanı atar." dediler ancak hiç değilse on beş yıl devlette görev alma gibi bir kriter getirmişlerdi ve YÖK'ün belirlediği 4 aday arasından Cumhurbaşkanı seçmekteydi ve beş yıllığına atamaktaydı. Şimdi, bunların hiçbir tanesi yok. Bakın, söylediğim şeylerde darbe döneminden bile daha gerideyiz. 1980'den sonra bu seçim kalkmıştı ancak şöyle bir şey vardı: En az üç yıl profesörlük yapmış insanlar arasından seçimle en yüksek oyu alan 3 aday arasından Cumhurbaşkanı seçiyordu yani baktığınız zaman, getirdiğiniz uygulama 1980 darbecilerine bile rahmet okutur düzeyde. Peki, ne oldu bu düzenlemeden sonra, 2016 yılından sonra ne oldu? Özerkliğini zaten çok önceden yitirmiş ve tartışmalı olan üniversiteler, akademi tamamen Cumhurbaşkanına bağlandı. Yani atamalara baktığımız zaman... Ben yapay zekâya sordum, "Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili adayı, aday adayı, yöneticisi olup da Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atananların listesini verin." dedim yapay zekâya; böyle 2 sayfalık bir liste çıktı, listede kimler var, kimler. İşte, bizimle beraber geçmişte milletvekilliği yapmış Profesör Doktor Mehmet Naci Bostancı, Nükhet Hotar, Melih Bulu, Yılmaz Can, Profesör Doktor Kenan Ahmet Türkoğlu, bu ve buna benzer birçok kişi Cumhurbaşkanı tarafından geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisinde yöneticilik yapmış, milletvekili olmuş, adaylık süreci geçirmiş insanlar rektör olarak atanmış. Merak ettim, şu da olabilir dedim: İnsanlar profesör, milletvekili olmuş, milletvekilliği bittikten sonra tekrar akademiye döndüğünde elbette ki rektör atanabilir; benzer durumda olan Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerimiz de vardı, profesör olup milletvekilliği süresi bittikten sonra akademiye dönen milletvekillerimiz vardı. Aynı soruyu yapay zekâya Cumhuriyet Halk Partili herhangi bir eski milletvekili, milletvekili adayı, belediye başkan adayı atanmış mıdır diye sordum; herhangi bir yanıt alamadım, yok. Şimdi, burada baktığımız zaman, atamalarda bir seçim yok, liyakat yok. Ne var? İtaat var yani atamalardaki tek kriter partiye ve lidere itaate indirgenmiş durumda. Peki, hâl böyle olunca ne oluyor? Üniversiteler adeta bir akraba şirketi, akraba üniversitesi hâline geliyor ve "Güldür Güldür" gibi mizah programlarına skeç malzemesi oluyor. Örnek o kadar çok ki mesela, burada baktığımız zaman, basından tanıdık, İzmir Katip Çelebi Üniversitesine bakıyorsun; rektör, rektör yardımcısı, dekan dâhil olmak üzere 27 kişi aynı aileden çıkmış, birbiriyle akraba. Liyakatin değil, itaatin olduğu, nepotizmin kol gezdiği üniversitelerde bilim ve bilimsel çalışma olmuyor. Osmanlı'nın batmasının birçok sebebi vardır ama en önemli sebeplerinden bir tanesi şudur: Liyakatin ve ehlin yerini "Âlimin oğlu âlimdir." anlayış aldı ve beşik ulemalığı Osmanlı'da müsavat oldu, sonuç da ortadadır. Üniversitelerin durumu ne, akademinin durumu ne? 200'ün üzerinde üniversite var şu anda vakıf ve devlet üniversitesi olmak üzere. Bir araştırma yapılmış, Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması, ciddi bir araştırma, 2016 yılından bugüne kadar yapmışlar. İlk 2016 yılında araştırma yapıldığı zaman üniversitelerde genel memnuniyet düzeyi araştırılmış, sorulmuş ve üniversitedeki puanlamaya göre puanlama verilmiş her üniversiteye. 174 üniversite varmış 2016 tarihinde, bunların 102 tanesi "C" ve altında not almış ve 34 tanesi de "FF", geçer not alamamış, sınıfta kalmış. Yıl 2024, 200 tane üniversiteye çıkmış, baktığınız zaman, aynı araştırmada bunların neredeyse yarısının, 95 tanesinin notu "F" yani sınıfta kalmış, akademi yerlerde sürünüyor. URAP 2024-2025 araştırmasına baktığımız zaman, Türkiye'de ilk 15 sıraya giren üniversitelerin 2017-2023 dünya sıralamasını incelediğimiz zaman, bu yıllar arasında sadece 2020 yılında Hacettepe Üniversitesi, mezun olduğum üniversite ilk 500'e girebilmiş; diğer 15 üniversite bu beş yıllık, altı yıllık süreç içerisinde ilk 500'e girememiş. 2010-2015 serisine baktığımız zaman da Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara, Ege gibi üniversiteler 500 sıralamasına girebiliyorken çok ciddi bir düşüş söz konusu. Başka veriler de var yani akademinin gelmiş olduğu bu kötü durumu belgeleyen, destekleyen başka veriler de var. Güzel bir çalışma yapılmış, 2019 yılında yapılan bir çalışma... 206 üniversitede yapılmış ve bu üniversitelerden 68 tanesinin rektörünün uluslararası makalesi yok. Uluslararası makalesi olan 138 rektörün 71 tanesinin uluslararası atfı yok yani rektörlerimizin ve üniversitemizin gelmiş olduğu durum bu.

Başka bir veri size: Son altı yılda dünyada ve Türkiye'ye yayınlanan makalelerin yer aldığı dergilerin etki değerlerine göre yüzde 25'lik çeyreklere göre dağılımına baktığımız zaman, 2023 yılında Türkiye'de birinci çeyrekte yer alan makale oranı yüzde 30, geçmişe göre bir artış var ama dünya ortalaması yüzde 49,98 yani neredeyse yarısı, çok ciddi bir makas var. Dördüncü çeyrekte yer alan makalelere baktığımız zaman ise yüzde 18,9 Türkiye'de, dünya ortalaması yüzde 8,83 yani büyük bir fark var. Özetle söylemek istediğim şey, böyle bir akademi yapısıyla, böyle bir üniversite yapısıyla nasıl ilerleyebiliriz?

Ortada böylesine bir kötü tablo varken tartıştığımız konulara da bakıyorum, inanın üzülüyorum yani mesela, Millî Eğitim Bakanı çıkmış, karma eğitimi tartışmaya açmaya çalışıyor. Ortada böylesine kötü bir tablo var, günden güne kötüye giden bir manzara var. Hiç işimiz gücümüz yokmuş gibi şu anda tartışmaya açılan konu ne? İşte karma eğitim yapılsın mı, yapılmasın mı? Ülke ne yazık ki bu tip şeylerle zaman kaybetmekte.

Madde 12'ye baktığımız zaman, Gençlik ve Spor Bakanlığının yurt dışı koordinasyon ofislerinde çalışan personelin özlük haklarıyla ilgili düzenlemeler yapılmakta. Bu düzenlemenin kanunla yapılması gerekiyor, Anayasa 128 bize bunu emrediyor ancak biz bu düzenlemeyle kanunla yapılması gereken yetkiyi Cumhurbaşkanına devretmekteyiz. Bu durumun Anayasa’nın 7'nci maddesine, yasama yetkisinin devredilmezliğine ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesine, Anayasa 2'ye aykırı olduğunu düşünmekteyim.

Teklifin 16'ncı, 17'nci, 18'inci maddeleriyle de belediye tüzel kişiliğin kurulması ve kaldırılması düzenlenmekte. Tüzel kişilik kanunla veyahut da Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulacak, daha önce "Cumhurbaşkanı kararıyla" vardı bildiğim kadarıyla.

Şimdi, bu yerel yönetimler -hep bir tartışma halindeyiz- yine tartışmaya açıldı, en son 2014'te bir düzenleme yapıldı, "bütünşehir yasası" diye bir garabet ortaya çıkartıldı. O gün çıkartılmasının sebebi yerel yönetimlerde iktidarın başarıya ulaşma hedefiydi, büyükşehirler yaparak ilçe ve büyük şehir belediyelerini alma ihtiyacından ve hedefinden kaynaklı bir yasal düzenlemeydi, ülkenin ihtiyaçlarını, yerel yönetim ihtiyaçlarını öteleyen bir anlayışla, tamamıyla kazan kazan anlayışıyla yapılmış bir düzenlemeydi ve amacına da ulaştılar bakıldığı zaman ama aradan zaman geçti, 2024 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin ve Türkiye ittifakının büyük yerel seçim başarısından sonra yerel, mahallî idareler ve kanunları tekrardan sorgulanmaya başlandı. En son, Cumhurbaşkanı bunu dile getirdi. Ben "Eyvah!" dedim yani çünkü bugüne kadar iktidar neyi düzeltmek için yola çıktıysa ve yerine bir şey koyduysa, bakıyoruz geçmişe, gelen gideni aratır pozisyona gelmiş, önümüzdeki süreçte bu yerel yönetimler de tartışılacaktır.

Daha sonra maddelerde de söz alacağız.

Teşekkür ederim.