| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 14 .11.2014 |
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; ben de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2015 yılı bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Öncelikle bir tespitle sözlerime başlamak isterim: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bütçesi ve bu bütçeyle gerçekleştirilecek faaliyetler, Bakanlığın bugüne kadar ortaya koyduğu performans ve uygulamalar belki diğer bazı bakanlıkların, başka bazı tartışmaların gölgesinde kalmakta, ne basında ne de kamuoyunda gereğince yer bulamamaktadır. Oysa Bakanlığın kendisi ve faaliyetleri en az gölgesinde kaldığı kurum ve konular kadar önemlidir. Zira, tarım, vatandaşların temel ihtiyaç maddelerini üreten kritik bir öneme sahiptir ve ekonomik, sosyal ve doğal risklerden en çok etkilenen sektördür. Bakınız, tüketici fiyat endeksi içinde yaklaşık yüzde 25'lik ağırlığa sahip gıda fiyatlarındaki dalgalanma 2014 enflasyonunu ciddi şekilde etkileyince, ülke tarımı konuşur hâle geldi ve Hükûmet "Tarım Ürünlerini İzleme Kurulu" diye bir kurul oluşturuyor. Her ne kadar tarım ve gıda ürünlerinin fiyatları serbest piyasa koşullarında oluşsa da, bu fiyatlarda iklim ve dünyadaki gelişmelerin de etkisi olsa da ülkemizde üretim, tüketim, piyasa durumu, maliyetler, kuraklık, doğal afetler ve üretici ile nihai tüketici arasındaki fiyat uçurumu sorunları bulunmaktadır. Bu çerçevede, böyle bir yapı tarafından piyasaların takip edilmesi, gerekli tedbirlerin belirlenerek hayata geçirilmesi çok önem arz ediyor.
Türkiye açısından son dönemde ön plana çıksa da tarım aslında üstü açık bir fabrikadır. Yeterince farkında değiliz ama yapılan pek çok çalışma ve analiz gösteriyor ki yüzyılın en stratejik sektörlerinden biri tarım olacaktır, tıpkı enerji gibi. Bu süreçte tarımsal politikaların ülkeler için öyle önemli ve bir o kadar sıkıntılı hâle geleceğinden söz ediliyor ki, gıda temininin küresel yeni çatışma alanlarından biri olabileceği dahi öngörülmektedir.
2050 yılında 9 milyarı aşacağı tahmin edilen dünya nüfusunun gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için mevcut tarımsal üretimin 2 katına çıkarılması gerektiğinden bahsedilmektedir. Bu artış da öyle kolay olacak bir şey değil. Nitekim, son on yılda gıda talebi yüzde 20 artmışken, gıda üretim kapasitesi ancak yüzde 8 artabilmiştir. Açıktır ki, gıda arzı gıda talebindeki artışa yanıt verememektedir. Genel olarak dünya için bu kadar önem arz eden tarımın özel olarak Türkiye için önemi daha da büyüktür. Geçtiğimiz otuz yılda nüfusu otuz milyon artan, 2023 yılında 85 milyondan, 2050'lerde 100 milyon nüfustan söz edilen bir ülkede sağlıklı ve yeterli gıda temininden önemli ne olabilir?
Türkiye'de tarım sektörü nüfusun gıda maddeleri ihtiyacını karşılamanın yanında, millî gelire ve istihdama katkısı, tarıma dayalı sanayinin ham madde ihtiyacını karşılaması, gıdada dışa bağımlılığın önlenmesi açısından da önem arz etmektedir. Hele de tarımsal üretime yönelik bunca imkân ve faktör varken.
Bu çerçevede, tarım makroekonomik açıdan da stratejik olarak desteklenmesi ve uzun vadeli istikrarlı politikalarla yönlendirilmesi gereken bir sektördür. Türkiye'de tarım sektörü uzun yıllar boyunca popülist politikalarla idare edilmiştir. Bu nedenle de temel sorunları büyüyerek devam eden sektörün öneminin yeterince farkında olunmadığı kanısındayım. Önemi böyleyken tarıma ilişkin zorluk ve sorunlar neler, bir de onlara bakalım.
İngiltere, Kanada ve Hollanda'da kırsal nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 17-20 düzeyindeyken ülkemizde nüfusun dörtte 1'i kırda yaşamakta. Tarımsal nüfus pek çok ülkenin üzerinde seyretmektedir. Gelişmiş ülkelerde tarım nüfusu yüzde 3'lerin altında. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 2 civarında, Almanya'da yüzde 2'nin altında, İtalya'da yüzde 3.
Ülkemizde toplam istihdam içinde tarımın payı yüzde 21,2'dir. Çalışan 5 kişiden 1'i tarım alanında. Oysa tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 1,6; Avrupa Birliğinde yüzde 3,6 ve OECD ülkelerinde ise ortalama yüzde 5,1 oranındadır.
Nüfus ve istihdam alanında böylesine yer kaplayan tarımın milî gelir içindeki payı ne? 2013 yılında yüzde 8,3 olan bu oranın 2014'te daha da azalarak yüzde 7,9'a ineceği öngörülmektedir. 2002 yılında tarımsal üretimin Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılasındaki payı yüzde 10,3'ken bu oranın yüzde 8'in altına indiğini görmekteyiz. Yani tarım sektöründe dış ticarete baktığımızda net ithalatçı olduğumuz, ihracatımızın ithalatın yüzde 66'sını karşıladığı da ortadadır. Tarımda atıl bir iş gücü ile yaratılamayan katma değerle karşı karşıyayız. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu durum, tek başına tarım sektörünün yaratacağı bir sorun sayılamaz. Bu tablo, Türkiye'deki hizmet sektörünün, sanayi sektörünün istihdam yaratma kapasitesinin maalesef yeterince gelişmemiş olmasının ortaya koyduğu bir sonuçtur. Bu, tarımımız açısından önemli bir yapısal sorun olup, sektörün rekabet gücünü engellemektedir. Ayrıca, bu durum, sosyal yaralara da yol açmakta, şehirlere göçlerle birlikte kentleşme, altyapı ve uyum sorunları alıp başını gitmektedir.
Kabul edelim ki, Türkiye tarımında verimliliğin en önemli engellerinden biri işletme küçüklüğü ve arazilerin parçalı olmasıdır. Evet, bu mesele bugünkü Hükûmetin yarattığı bir sorun olmayıp, uzun geçmişi olan sosyokültürel yapımızdan kaynaklanan yapısal bir sıkıntıdır. Bakınız, Türkiye'de ortalama işletme büyüklüğü 55-60 dönüm arasında değişirken ve her bir işletme 6-7 parçadan oluşurken, bu rakam, Avrupa Birliği ülkelerinde işletme başına 160-170 dönüm ve üstelik bunlar tek parçadan oluşmaktadır. Örneğin, ortalama işletme büyüklüğü İngiltere'de 538 dönüm, Almanya'da 457 dönüm civarında. Bu çerçevede, acil ihtiyacımız nedir? Tarım arazilerinde toplulaştırma ve bu toprakların miras yoluyla bölünmesini engellemek. Peki, bu konuda ne yapılmış bugüne kadar, birde ona bakalım.
Türkiye'nin ihtiyacı olan arazi toplulaştırması 13 milyon hektarken, 2003-2013 arası dönemde AKP'nin yaptığı toplulaştırma ise yalnızca 4 milyon hektardır. Yine, tarım arazilerinin miras yoluyla parçalanmasına ilişkin kanuni düzenleme yıllar sonra 2013 yılında Meclise gelmiş ve nihayet bir yıl sonra yasalaşmış, Mayıs 2014'te yürürlüğe girmiştir. Bu olumlu ve elzem bir düzenlemedir. Umut ediyorum ki tarım arazilerinin etkin kullanımına vesile olacaktır.
2006 yılında bizzat AKP iktidarınca yasalaştırılan 5488 sayılı Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesinde tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'inden az olamayacağı hükme bağlanmıştır. Oysa, kanun sonrası bütçeden tarıma ayrılan desteklere baktığımızda, tarımsal desteklemelere verilen finansmanın millî gelirin yüzde 1'ine ulaşmadığını, ortalama binde 5, binde 6'larda gezdiğini görmekteyiz. Toplam istihdamının yüzde 21'i tarım sektöründe olan bir ülke için öngörülen bu yüzde 1'lik oranın dahi az olduğu tartışılırken, bu düzey bile tutturulamamaktadır. Şimdi, kanun da, matematik de çok açık. Gelin, artık bu hesaplama kargaşasında vakit kaybedeceğimize, muhalefet olarak biz de size destek verelim, Sayın Bakan ve ödeneklerinizi artıralım. Biz varız ama korkarım ki siz isteseniz de iktidara mensup milletvekilleri buna "Yok." diyeceklerdir.
Çiftçiye verirken böyle davranan iktidar çiftçiden dolaylı yollarla da olsa verdiğini fazlasıyla almaktadır. Tarım desteklemeleri 2014 yılında 9,5 milyar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunda mazot desteği ise 700 milyon. Türkiye'de çiftçiler tarafından yılda yaklaşık 4 milyar litre mazot kullanılıyor ve 1 litre mazottan yaklaşık 2,5 lira vergi alınıyor. Yalnızca mazottan alınan ÖTV-KDV tutarı 10 milyarı buluyor. Yani çiftçi desteklemenin fazlasını mazot alarak Hükûmete geri ödüyor. Merak ediyorum, çiftçiye neden ÖTV'siz mazot verilmez? Hadi ondan vazgeçtim, en azından vergiyi indirimli uygulayalım tarımsal üreticiye. Maliye Bakanına karşı biz de yanınızdayız, sizi destekleyelim, bunu gerçekleştirelim. Yatlara oluyor da çiftçilere neden olmasın? Üstelik 2002 yılında 1,25 TL olan mazot bugün 4,24 Türk lirası. Tarımda temel girdilerden biri olan mazotun fiyatı 3,5 katına çıkmış. Bu sebeplerdendir ki Türkiye'de 2000 yılında 26,4 milyon hektar olan toplam tarım arazisi varlığı geçen bu dönemde azalarak 2013 yılında 23,8 milyon hektara gerilemiş, 26 milyon dönümde çiftçilerimiz tarım yapmaktan vazgeçmiştir. Keşke kendi tercihleriyle olsa, daha iyi bir iş buldukları için olsa.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Gıda güvenliği alanında son dönemde Bakanlığın denetim ve uygulamalarını olumlu buluyorum, destekliyorum. Bu alandaki denetim ve çalışmaların artırılması gerekmektedir. Zira, vatandaş ne yediğini bilmek, yediğinin kalitesi ve sağlığına güvenmek istemektedir. Bu doğal ve haklı beklenti karşılanmalıdır.
Tarımdaki bir diğer sorun hâlâ tarım sigortalılığında yetersiz kalınmasıdır. Zira, tarımda hangi tedbiri alırsanız alın önlenmesi mümkün olmayan riskler sık sık görülmekte ve bu felaketler çiftçilerimizin zararına neden olmaktadır. İşte bu zararlar gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ancak tarım sigortaları uygulamasıyla karşılanabilecektir. Bazı illerimizde sigorta yaptırma oranının yüzde 1'lerde dolaştığı, vatandaşlarımızın konu hakkında fazla bilgi ve istek sahibi olmadığı da görülmektedir. Bu nedenle sigortalılığın daha da yaygınlaştırılması ve desteklenmesi açısından Bakanlığa büyük görev düşmektedir.
Unutulmamalıdır ki istihdamdaki payı nedeniyle ekonominin temel unsurlarından biri olan tarım sektöründeki büyüme, toplumun refahı, yaşam kalitesini artırma ve sürdürülebilir kalkınma açısından büyük önem taşıdığı gibi, gıda arzı güvenliği açısından son derece önem arz etmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle Tarım Bakanlığımızın 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın Ayaydın'a biz de teşekkür ediyoruz.