KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bütün siyasi iktidarların iktidarda bulundukları süreleri tarihe mutlaka yazılacak. AKP'nin iktidarda bulunduğu sürecin de tarihi eğrisiyle doğrusuyla, günahıyla sevabıyla yazılacak ama en çok günahların yazılacağı bölüm de özellikle çevreyle ilgili bölümdür. Bir şey söylediğinizde "Karşı mısınız?" kelimesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin, rüzgâr gülleri... Evet, Türkiye büyüyen bir ekonomi, gelişen bir Türkiye, Türkiye'nin önemli sorunlarından bir tanesi enerji. Mutlaka bizim enerjiye sahip olacak kaynakları değerlendirmemiz gerekiyor ama baktığımız zaman, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının, Çevre Bakanlığının ÇED raporu aranmaksızın...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Çam, dinliyoruz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Muhabbet var, biz de dinleyelim dedik.

BAŞKAN - Dinliyoruz sizi.

MUSA ÇAM (İzmir) - Enerjiye ihtiyacımızın mutlaka karşılanması gerekiyor ama enerji ihtiyacını karşılarken doğanın katledilmemesi gerekiyor ve yok edilmemesi gerekiyor. Ama görüyoruz ki ülkenin dört bir tarafında verilen ruhsatlarla "rüzgâr gülleri" adı altında doğanın katledildiğini, ormanların, yeşil alanların, meraların katledildiğini ibretle izliyoruz. Kendi bölgem İzmir'de de, yarımadada, Karaburun Yarımadası'nda, Çeşme Yarımadası'nda, şimdi Urla bölgesinde ve diğer bölgelerde akıl almaz derecede rüzgâr gülleri ruhsatları veriliyor ve orada insanların yaşam alanları ve diğer canlıların hayatlarına müdahale ediliyor. Evet, barajlar yapılabilir, RES'ler yapılabilir, HES'ler yapılabilir ama bunlar yapılırken oradaki etki analizleri yapılmadan, orada doğaya vereceği zarar iyi incelenmeden yapılacak olan RES'lerin, HES'lerin o bölgeyi ne kadar tahrip edeceği açık ve net bir şekilde görülüyor.

Yine aynı şekilde, taş ocaklarına, mıcır ocaklarına sürekli ruhsat veriliyor. Evet, duble yol yapılacaksa, otoyollar yapılacaksa mutlaka mıcıra ihtiyaç var, taşa ihtiyaç var, bir itirazımız yok ama görüyoruz ki öyle yerlere ruhsatlar veriliyor ki girip ormanın içerisine taş ocağını, mıcır ocağını inşa ediyorlar ve doğa katlediliyor, yok ediliyor, insanların yaşam alanları ellerinden alınıyor.

Evet, denizlerimizde balık çiftliklerine hayır demiyoruz, bu ülkede insanların daha ucuz bir şekilde balık yemelerinde hiçbir mahzur yok. Ama şimdi, mevzuata uygun, gelip yerleşim alanlarına yakın, denize girilen yerlere, o kadar yakın mesafelere öyle balık çiftlikleri kuruluyor ki o denize girmek mümkün değil. 1,8 mil açıkta olması gereken balık çiftliklerinin, 800 metre mesafeye girip balık çiftliklerini kuruyorlar. 2 ton üretmesi gerekirken 8 ton üretiyorlar ama denize girip baktığınızda, sabah denize girip de baktığınızda dipteki bütün taşları göreceğimiz yerde şimdi gidin, bir karış yağ var arkadaşlar. Neden? Denizlerimiz kirletiliyor arkadaşlar. Bütün bunların hepsi doğaya verilmiş olan en büyük zarar ve doğa bizden bunun intikamını ve hesabını soruyor ve yer yer de alıyor. O nedenle, bizim çevreye daha duyarlı, daha dikkatli projeleri hayata geçirmemiz gerekiyor. Yoksa biz ne rüzgâr güllerine ne RES'lere ne HES'lere ne taş ocaklarına ne mıcır ocaklarına karşı değiliz. Bunların doğru yerlerde ve doğru projelerle gerçekleştirilmesi gerekir aksi hâlde gerçekten ülke talan ediliyor. Bunların sonunda işte biraz önce buraya gelen Hasankeyf'le ilgili de...

Hasankeyf hepimizin çok bildiği tarihî bir yer arkadaşlar. Ilısu Barajı Projesi kapsamında tamamen sular altında kalması planlanan Hasankeyf, Dicle vadisi ev sahipliği yaptığı zengin kültürel ve doğal çeşitlilikle UNESCO Dünya Mirası Kriterleri'nin onda 9'unu karşılıyor arkadaşlar. Ne kadar önemli bir zenginliğe sahibiz arkadaşlar. On bin yıldan fazla bir geçmişe sahip Hasankeyf'le birlikte proje alanında yer alan 300'ün üzerinde arkeolojik alan, nesli tehlike altında olanlar dâhil birçok canlı türü projenin hayata geçmesi hâlinde yok olacak, gidecek arkadaşlar.

Gerek sahip olduğu bu kültürel ve doğal zenginlik gerekse bölgede yaşayan halkın proje nedeniyle maruz kalacağı sosyal, kültürel ve ekonomik zararlar nedeniyle bölge halkı, konunun uzmanı akademisyenler ve sivil toplum örgütleri projenin iptal edilmesi amacıyla on yıllardır mücadele ediyor.

Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin hükümlerine, projenin iptali yönünde alınan mahkeme kararlarına ve bölge halkının itirazlarına rağmen yapımına devam edilen proje kapsamında Hasankeyfliler zorunlu göçe tabi tutulmakta ve Hasankeyf idare tarafından belirlenen bir lokasyona taşınmak istenmektedir. Hem istekleri dışında zorunlu göçe maruz bırakılmakta hem de bu süreçte ekonomik ve sosyal olarak zarara uğratılmakta ve eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkı gibi temel anayasal haklar ihlal edilmektedir. Hâlbuki, Doğa Derneği tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen bilimsel bir araştırma kapsamında Hasankeyflilerin yüzde 67,8'inin yeni yerleşim alanına gitmek istemediği Hasankeyf'te kalmak istediği tespit edilmiştir. Hasankeyfliler zorunlu göçe maruz bırakıldığı gibi llısu Barajı ve HES Projesinin Yapımından Etkilenen Ailelerin Yeni Yerleşim Alanına Nakilleri, Hak Sahiplikleri ve Borçlandırılmalarına İlişkin Usul ve Esaslar Genelgesi gibi düzenlemelerle yurttaşlar aleyhine birçok hüküm yürürlüğe sokulmuştur. Ekonomik durumları iyi olmadığı için mevcut durumda bile mülk sahibi olmayan yurttaşların yeni yerleşim alanında hak sahibi olabilmek için Devlet Su İşlerine bin TL yatırması şartı konuldu ve böylece borçlandırılmış, ayrıca yeni yerleşim alanında hak sahibi olmak için aile olması şartı dayatılmıştır. Genelge kapsamında mevcut evleri 30-40 bin TL olan Hasankeyfliler yeni yerleşim alanında ev sahibi olmak için takribi 116 bin liraya kadar borçlu duruma sokulmuştur. Yani kamusallaştırmayla alacakları miktar ne ev sahiplerinin ne de iş yeri sahiplerinin yeni yerleşim alanında mülk edinmesini sağlamaktadır. Aksine, on beş seneyi bulan bir borçlandırma planı yürürlüğe geçirilmektedir. Projenin gerçekleşmesi durumunda Mardin, Batman, Diyarbakır, Bismil ve Siirt'i kapsayan geniş bir bölgede on binlerce insan göç etmek zorunda kalacak. Etkilenecek alandaki insanların çoğunluğu mülkiyeti kendilerine ait olmayan topraklarda tarım yapmaktadır. Baraj bu insanların geçim kaynaklarını kaybetmesi ve bunun için ise hiçbir tazminat almamaları anlamına geliyor. Bu insanların göç ettikleri şehirlerde yaşayacakları problemler de göz ardı edilmektedir.

Hasankeyf'te bulunan Zeynel Bey Türbesi gibi tarihî eserlerin taşınması ise bu yapılarda kullanılan malzemenin niteliği sebebiyle teknik açıdan bile mümkün değilken idare bu konuda ciddiye alınacak bilimsel bir araştırma bile gerçekleştirmemiştir. Kültürel varlıkların eksiksiz bir envanteri bile mevcut değildir.

Bu düzenlemeyle birlikte bu tarihî Hasankeyf'in yok edileceğini düşünüyorum ve bir kez daha burada tarihe not düşüyoruz. Evet, bu dönemin siyasetçileri ve bu dönemin bürokratlarını mutlaka tarih bir gün yazacaktır ama bunu yazarken hiç iyi yazmayacaktır. Böyle bir tarihî mirasın yok edilmesine imza atanların hepsi gelecek kuşaklara ve gelecek nesillere mutlaka bunun hesabını vereceklerdir.

Teşekkür ediyorum.