KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM MUSTAFA TURHAN (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım, bürokrasimizin çok kıymetli mensupları, basınımızın değerli temsilcileri; ben de hepinizi en içten duygularla, sevgi ve saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Tabii, piyasa ekonomisinde zaman zaman aksamalar olabileceği gün geçtikçe daha fazla iktisat literatüründe de kabul görmeye başladı. Yani 1980'lerde hâkim olan, piyasaların her durumda ve mutlak manada optimal dengeyi sağlayacağı varsayımı ciddi eleştirilerle, katkılarla gözden geçiriliyor. Dolayısıyla, piyasalarda zaman zaman aksamalar olabileceği, ekonomi politikalarının da bu aksamaları gidermek yönünde kullanılması gerektiği artık neredeyse üzerinde görüş birliği sağlanmış bir husus. Ancak tabii, bunu yaparken, yaptığınız müdahalenin miktarı, amacı ve hangi problemi nasıl çözeceği hususunda aklınızda, zihninizde iyi bir kurgu yoksa, bu sağlıklı bir teorik temele dayanmıyorsa, ampirik bulgularla desteklenmiyorsa o zaman yapacağınız politika müdahaleleri, sorunu çözmeyi bir tarafa bırakın, politika aksaklıkları sebebiyle ekonomik yapıya ve ilişkiler sistemine telafisi mümkün olmayan zararlar verebilirler ve bunun neticesinde de iş ve yatırım ortamı olumsuz etkilenir. Dolayısıyla, siz müdahaleye başlarken iyi bir şey yapacağınızı düşünürsünüz, insanlara faydalı olacağınızı, insanlara veya geniş halk kesimlerine, ekonomik olarak sıkıntıda olan insanlara destek olacağınızı düşünürsünüz fakat ortaya çıkan sonuç hiç de sizin beklemediğiniz gibi, tam tersine, o kesimlerin daha büyük bir mağduriyete uğramasıyla sonuçlanabilir. Bu bakımdan da piyasa ekonomisine yapılacak politika müdahalelerinin son derece iyi tasarlanmış ve olabildiğince piyasanın etkin işlemesini engelleyecek değil, tam tersine etkin işlemesini destekleyecek bir mahiyette şekillendirilmesi, bu yapılırken de gerek kuramsal bilgiden gerek bunu destekleyecek ampirik sonuçlardan istifade edilmesi büyük önem taşır.

Şimdi, yapılan değerlendirmelerde, mesela sigortacıların, sigorta sektörünün zenginleri koruduğu, sigorta sektörünün sahip olduğu kartel gücünden dolayı fiyatları yapay bir şekilde yükselttiği, mağduriyete uğrayan kesimlerin haklarının tam manasıyla ihkak edilmesine mâni olduğu şeklinde birtakım, bence asılsız görüşler ileri sürüldü. Neden "asılsız" diyorum? Çünkü alt komisyon toplantısını yaparken gerek Hazinemiz gerek sektör temsilcileri bizlere sektörün içinde bulunduğu mali durumu şurada size gösterdiğim toplulaştırılmış bilançolarla ayrıntılı bir şekilde izah ettiler ve buradan biz çok net bir şekilde anlıyoruz ki, bırakın toplumla olan ilişkilerinde -çünkü netice itibarıyla sigorta şirketi var, karşısında da müşteri var- onlardan haksız bir kazanç elde etmeyi -aslında yanlış hatırlamıyorsam Akif Bey, 12 milyar lira gibi bir öz kaynaktan bahsediyorduk- 12 milyar öz kaynak yatırımı yapılmış bir alanda elde edilen kârları değerlendirdiğiniz zaman, vallahi aslında sigorta şirketlerinin ellerindeki parayla bu kadar meşakkatli bir iş yapacaklarına, gidip finansal yatırım yapmaları çok daha anlamlı olur gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. Yani dolayısıyla sigorta şirketlerinin elde ettikleri kârların haksız olduğu, büyük olduğu, toplumun burada zarar görmekte olduğu, ne yazık ki -bu görüşleri ileri sürenler açısından söylüyorum "ne yazık ki" diye- rakamlarla, bulgularla desteklenemiyor.

Keza, mesela bu tarifenin kaldırılmasının, sigorta sektörünün rekabete açılmasının, yabancı şirketlerin Türkiye'de sigorta faaliyetlerinde bulunmasının zararları olabileceğinden bahis olundu. Yine, orada da Müsteşar Yardımcımızın alt komisyonda verdiği rakamlardan gördük ki tarifenin kaldırılması neticesinde bırakınız bir kartel oluşturup fiyatları yapay bir şekilde müşterinin aleyhine yukarıya çekmeyi, tam tersine fiyatlarda, primlerde yani ciddi bir gerileme olduğu görülmüş. Bu da normaldir çünkü aslında sanıldığının ya da zaman zaman iddia edildiğinin aksine, tam rekabetçi etkin piyasa en fazla, en mağdur durumda olan küçük tüketiciyi ve küçük üreticiyi korur. Çünkü hiç kimsenin tek başına fiyat belirleme gücünün ortaya çıkmasına izin vermez.

Bu bakımdan, yapacağımız düzenlemelerde bizim de -benim naçizane kanaatim odur ki- izlememiz gereken mantık, piyasa etkinliğini artıracak, iş ve yatırım ortamını iyileştirecek, varsa ekonomideki belirsizlikleri ortadan kaldıracak ve böylece gerçekten sağlıklı, etkin, şeffaf bir fiyat oluşumunu mümkün kılacak bir düzenlemedir. Ha, burada piyasadan kaynaklanan birtakım aksaklıklar varsa tabii ki ekonomi politikaları da bunları gidermek için kullanılmadır.

Şimdi, sigortacılık sektöründe gerek sektör temsilcilerinin gerek bürokrasideki değerli bürokrat arkadaşlarımızın verdiği bilgiler gerek bizim zaten yaşayarak öğrendiğimiz durum kısaca şu: Bir kere zaman zaman bir bilgi karışıklığı oluyor. Sayın Başkan, Değerli Bakanım, müsaade ederseniz, şunun altını çizmekte yarar vardır ki: Üzerinde konuştuğumuz konu zorunlu mali sorumluluk sigortası. Yani, herhangi bir hasar ortaya çıkması durumunda bu hasardan zarara uğrayan kesimleri korumaya yönelik bir sigortadır bu. Kişinin kendi uğrayacağı zararları ya da kendi kusurundan kaynaklanabilecek hasarları tazmin edecek başka sigorta türleri var. Söz gelimi ferdî kaza sigortası yaptırırsınız, o zaman siz kusurlu da olsanız -işte demin verilen örnek üzerinden konuşalım- alkollü de olsanız burada size bir tazminat ödenir. Ancak, bakın, adı üzerinde "zorunlu" diyor, neden, kim bunu zorunlu tutuyor, bu sigortayı zorunlu tutan kim? Kamu yönetimi. Neden zorunlu tutuyor? Çünkü burada toplumsal bir dışsallık var. Şayet biz ekonomik faaliyet gösterirken, özellikle kara yollarında -tabii, şu andaki konumuz o olduğu için- üçüncü tarafların uğrayacağı riskler sigorta edilmezse ekonomideki toplam verimlilik düşer, riskler artar ve ekonominin tamamı bundan zarar görür. Dolayısıyla, burada kamu yönetimi bir düzenleme yapmış ve demiş ki: "Bu sigortayı yaptırmak zorunlu herkes açısından." Peki, bu sigortanın istifadecisi kim yani kim yararlanacak bu sigortanın yapacağı ödemeden? Kişinin verdiği zararın muhatapları yani o hasardan etkilenen üçüncü şahıslar. Şimdi, bir kere bu kavramı doğru, yerli yerine oturtamazsak bundan sonraki tartışmanın da sağlıklı seyretmesi mümkün değil. Fakat ilginç bir şekilde yargı kararına... Tabii, kuşkusuz yargı bağımsız, inanıyorum ki oradaki değerli yargı mensupları da kendi açılarından hukuk çerçevesinde en yerinde değerlendirmeyi yaptıklarını düşünerek bu kararı vermişlerdir ancak ne yazık ki bu kararın ortaya çıkardığı çerçeveyi benimsemek benim açımdan mümkün değil. Yargıya saygımız sonsuz ama bu karara ne yazık ki ben katılamıyorum. Neden? Çünkü kararın tamamı destekten yoksun kalma tazminatının aslında kişinin kendi kusuruyla ilişkilendirilemeyeceği varsayımına dayanıyor. Şimdi, bakınız, hukukun genel bir prensibi -bununla ilgili hem borçlar hukukunda hükümler var hem yargı kararları, Yargıtay içtihatları var- kişi kendi kusurundan istifade edemez. Bu, herhâlde hepimizin kabul edeceği genel bir hukuk prensibidir. Burada zorunlu mali mesuliyet sigortasının kapsamında kalan alanı çok genişleterek yargı bunu âdeta bir ferdî kaza sigortası ya da ferdî mesuliyet sigortası gibi yorumlamak suretiyle ne yasa koyucunun ne idarenin başta hiç düşünmedikleri bir yola olayı sevk etmiş. Şimdi, bakın, sigortacılık risk yönetimidir ama riskler belli bir olasılık dağılımı içerisinde istatiksel olarak hesap edilebilen kayıplardır. Onun için de bireyler tek tek bunu yapma gücünden yoksun oldukları ve riskten sakınır bir profile sahip oldukları için sigorta poliçesi satın alırlar. Ama, sigorta şirketleri bütün bir birikimi, bütün olayları havuzda toplamak suretiyle riske karşı nötr bir yaklaşım sergileme imkânına sahip oldukları için bu riskleri sigortalayabilirler. Yani, sigortacılığın temel mantığı da buna dayanır. Mikroiktisadın da inceleme alanlarından birisi olan bu konuda siz şayet bu ilişkiyi bozarsanız, bu ilişkiyi ortadan kaldırırsanız yani sigorta şirketlerini muhatap oldukları riskleri hesaplayamaz hâle getirirseniz bunun da adı yine iktisat literatüründe "belirsizlik"tir. O zaman hem iş ve yatırım ortamını bozmuş olursunuz hem ekonomik birimleri yönetemeyecekleri kayıp riskleriyle muhatap etmiş olursunuz hem ekonomide verimliliği azaltmış olursunuz hem de sonuçta en fazla bundan toplumun en yoksul kesimleri tüketicileri mağdur etmiş olursunuz. Nitekim bugün karşı karşıya olduğumuz durum da tamamen aynen budur. Yönetilemeyen, hesaplanamayan, belirsizliklerden kaynaklanan zararlar dolayısıyla sigorta şirketleri, bir de üstelik tabii yasa koyucu da muhasebe düzenini oluştururken muhtemel zararlar karşılığında bir karşılık ayırmalarını ve bu karşılığı zarar olarak muhasebeleştirmelerini öngörmüş, bu da ihtiyatlılık prensibi gereği bir uygulamadır, sigorta şirketleri de bunu yapmaktadır. Dolayısıyla, geçmiş dönemlere de ait olan hesaplayamayacakları, yönetemeyecekleri bir kayıp riskiyle karşı karşıyalar. Şimdi, biz bunu bu şekilde tespit edip bu somut gerçeği, objektif, nesnel gerçeği bu şekilde tespit etmek yerine, buradan yola çıkarak hiç bu konunun unsuru olmayan retorik üzerinden bir tartışma yürütmeye ve buradan, mağdur edebiyatı üzerinden birtakım düzenlemeleri gündeme getirmeye kalkarsak size kesinlikle söyleyebilirim ki iktisat bilimine, bırakın iktisat bilimini sosyal bilime zerre kadar güveniniz, itimadınız varsa sonuçta toplumun geniş kesimlerinin kaybıyla sonuçlanır. Dolayısıyla, bu düzenlemenin son derece yerinde olduğunu, önemli bir problemi çözeceğini düşüyorum. Son olarak...

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - "91-92 için yeterli." midir diyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Turhan, lütfen toparlar mısınız.

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - "Bu iki düzenleme yeterli." midir diyorsunuz İbrahim Bey?

İBRAHİM MUSTAFA TURHAN (İzmir) - Bu sorunu çözmek için yeterli. Şimdi, tabii, başka konular olabilir, sektörle ilgili başka sorunlar olabilir ama onun görüşüleceği yer burası değil.

Son olarak, efendim, tahkimle ilgili de bir şeyler söyleyerek sözlerimi tamamlayacağım. Tahkim usulünü bizim yaygınlaştırmamız lazım. Yani, sermaye piyasalarında da var, bankacılık sektöründe de var ve bunun son derece faydasını görüyoruz. Çünkü normal yani genel yargıya başvurulması hâlinde hem konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından yapılan değerlendirmelerde sağlıksız sonuçlar çıkabiliyor hem çok uzun zaman boşa boşa harcanmış oluyor, hakların yerine getirilmesi gecikiyor. Geciken adalet, adalet değildir oysa. Dolayısıyla, yani bu alt komisyondaki eklemeyle yaptığımız... Hatta keşke bence mümkün olsa -ama anladığım kadarıyla hazine onu çok desteklememiş- burada bir de sıralama koyabilsek. Yani, "öncelikle sigorta şirketine, orada sorun çözülmüyorsa tahkime, orada da çözülmüyorsa genel yargıya" şeklinde bir düzenleme olabilse keşke ama anladığım kadarıyla ona o uygun görülmemiş. Yani, uzman olmadığım için de çok ısrar etmek istemiyorum ama tahkimin de uygulamada yer alması bence son derece yararlı ve faydalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.