KOMİSYON KONUŞMASI

ŞERAFETTİN KILIÇ (Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli komisyon üyeleri, kıymetli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.

Bugün görüştüğümüz Millî Parklar Kanunu Teklifi, kâğıt üzerinde, çevreyi koruma amacını taşır görünmekle birlikte, içeriğine baktığımızda, bu hedefin idari etkinlik ve mali sürdürülebilirlik söylemleri altında gölgede kaldığını düşünüyoruz. Teklif, çevre koruma sistemini güçlendirmek yerine yürütmeye geniş bir takdir alanı tanıyarak yasama denetimini zayıflatma riski taşımaktadır. Teklif, Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğüne bugüne kadar bakanlık onayıyla kullanılan birçok yetkiyi doğrudan devrediyor. Yani bir kurum hem izin veren hem denetleyen hem gelir toplayan hâle getiriliyor. Bu model, denetimin bağımsızlığını zayıflatır, idarenin kendi kendini denetlediği bir yapı oluşturur. Devletin gücü, yetkileri tek elde toplamakla değil, adaleti dağıtmakta büyür.

Bir diğer husus, mahkeme kararı olmadan el koyma ve yıkım yetkisi verilmesidir. Bu düzenleme, Anayasa’nın 35'inci maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve 125'inci maddesindeki yargı denetimi ilkesini zayıflatmaktadır. Kaçak yapılaşmaya karşı kararlı olmak elbette önemlidir fakat adaletin yolu yargıyı devre dışı bırakmaktan değil, hukukun işlemesinden geçer. Doğayı korumak adına hukuku çiğnersek ne doğa kalır ne de hukuk.

Sayın Başkan, teklifin mali boyutu da üzerinde durulması gereken bir başka noktadır. Teklif, kamu gelirlerinin önemli bir kısmını genel bütçe dışında bir döner sermaye hesabına yönlendirmekte, böylece, bütçenin birliği ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkı ilkelerini zedeleme riski doğmaktadır. Milletin vergisi milletin gözünden kaçırılmamalıdır. Harçların, vergilerin belirli kurumlara doğrudan aktarılması mali disiplini de kamu vicdanını da zedeler. Bizim için bütçe sadece rakam değil, millî iradenin emanetidir. Teklifte, "doğa turizmi" ve "gelir getirici faaliyet" gibi kavramların öne çıkması da koruma ilkesinin geri plana atıldığı izlenimini doğuruyor. Millî parklar, gelir getiren işletmeler değil, milletin nefes alanıdır. Elbette doğadan ekonomik fayda sağlanabilir ancak bu fayda doğanın feda edilmesi pahasına olamaz. Doğa gelir kalemi değil, gelecek nesillere devredilecek bir emanettir.

Bir başka önemli konu, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının karar süreçlerinden dışlanmasıdır. Oysa, doğayı koruma işi masa başında değil, yerelde, halkın içinde başarılır. Bu yasa yerel tecrübeyi değil, merkezi idareyi büyütüyor. Oysa çevre yönetiminde doğru yol katılımcılığı güçlendirmek, halkın ve uzmanların sesini duymaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin bu hâliyle çevre koruma anlayışımızı teknik bir yönetim meselesine indirgeme riski vardır. Oysa doğa koruma sadece bir idari konu değil, adalet ve denge meselesidir. Bu teklifi iyileştirmenin yolu yetkiyi dengeyle, yürütmeyi denetimle, planlamayı şeffaflıkla güçlendirmektir. Komisyonun bu teklif üzerinde çalışırken şu sorumluluğu unutmaması gerekir: Bu kanun doğayı korumanın değil, doğaya hükmetmenin yasası hâline gelmemelidir. Yetkiler dengelenmeli denetim güçlendirilmeli, yargı güvencesi korunmalı, kamu kaynakları genel bütçenin disiplini altında tutulmalıdır. Biz bu teklifin karşısında değil, doğanın ve adaletin yanındayız. İstiyoruz ki bu Komisyon, çevreyi bir rant alanı değil, bir değer olarak gören bir yaklaşım ortaya koysun çünkü doğayı korumak insanı korumaktır; kamu yararını korumak, milletin geleceğini korumaktır.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bu getirilen kanun teklifiyle birtakım sakıncalar oluşmaktadır. Mesela, 1'inci maddede yetki yoğunlaşması. Denetim, izin, işletme ve gelir toplama yetkilerinin tamamı Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğüne devredilmektedir. Bu durum, kurumun hem izin verici hem denetleyici olması nedeniyle çıkar çatışması yaratabilir.

İki: Bağımsız denetimin zayıflaması söz konusudur. Kanun teklifinde, çevre denetim yetkisi bakanlıktan alınarak tamamen Genel Müdürlüğe verilmiştir. Sayıştay ve bakanlık denetimi gibi bağımsız denetim mekanizmaları dolaylı biçimde zayıflatılmaktadır.

Üç: Mahkeme kararı olmadan yıkım yetkisi. Genel Müdürlüğe, kaçak yapı ve tesisleri mahkeme kararı olmaksızın derhâl yıkmayı yetkisi tanınmaktadır. Bu düzenleme, mülkiyet hakkı ve yargı denetimi ilkeleriyle çelişir.

Dört: Üst hakkı, yani kullanım hakkı düzenlemeleri. Korunan alanlarda gerçek ve tüzel kişilere kırk dokuz yıla kadar üst hakkı veya intifa hakkı verilmesine olanak sağlanmaktadır. Bu kamu taşınmazlarının özel mülkiyete benzer şekilde kullanımına kapı aralar,

Beş: Kamu yararı kavramının muğlaklığı. Tesis ve altyapı izinlerinde kamu yararı şartı getirilmiş olsa da tanım yapılmadığından keyfi yorumlara açıktır.

Altı: Turizm yatırımlarına ayrıcalık. Millî parklar içinde turistik tesis, ulaşım ve enerji altyapılarına izin verilmesi düzenlenmiştir. Bu, koruma statüsündeki alanların yatırım alanına dönüştürülmesi riskini taşır.

Diğer birtakım sakıncalar da ekolojik ve çevresel sakıncalardır. Koruma, kullanma dengesinin bozulması. Teklifte, doğa turizmi ve işletme kavramları öne çıkarılmış, koruma ilkesi ikinci plana itilmiştir. Habitat parçalanması riski vardır. Elektrik hattı, petrol ve doğal gaz iletim hatları gibi altyapılara izin verilmesi yaban hayatı koridorlarını bölebilir. Millî parkların ticarileştirilmesi. "Kanuna işlettirilir." ifadesinin eklenmesiyle, millî parklar özel şirketlerce işletilebilir hâle gelmektedir. Ekosistem bütünlüğünün zedelenmesi bir başka sakıncadır. Altyapı. turizm ve enerji tesislerinin korunan alan planlarına uygunluk şartıyla dâhil edilmesi, ekosistem tabanını, yönetimi zayıflatır. Uluslararası sözleşmelerde de çelişkiler doğurmaktadır. Ramsar, CITES, Biyolojik Çeşitlilik ve Avrupa Peyzaj Sözleşmelerinde öngörülen koruma önceliği ilkesi zayıflatılmıştır. Teklifte gelir getirici faaliyetler öne çıkmıştır. Yönetimsel ve toplumsal sakıncaları da ihtiva etmektedir bu teklif. Yerel yönetimlerinin rolünün azaltılması. Planlanma süreci tamamen Genel Müdürlüğe bırakılmış, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının karar süreçlerindeki etkisi ortadan kaldırılmıştır. Katılımcı yönetim eksikliği, alan kılavuzu ve av ve doğa koruma memuru tanımları yerel katılımı göstermelik düzeyde tutmaktadır. Doğa koruma finansmanının ticarileştirilmesi. Döner sermaye ve işletme gelirleri esas alınmış, bu da koruma faaliyetlerini gelir getirmeye bağımlı hâle getirmiştir. Denetim boşlukları vardır. Genel Müdürlük hem sizin hem denetim merci olduğu için idari hesap verebilirlik zayıflamaktadır.

Genel bir değerlendirme yapacak olursak, düzenleme bürokratik süreçleri azaltabilir ve yatırım süreçlerini hızlandırabilir kısa vadede baktığımızda ama uzun vadede baktığımızda, millî parkların koruma amacından uzaklaşması, doğanın ticarileştirilmesi, kamu denetiminin zayıflaması, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi sonuçlar doğabilir. Kısa vadede bu teklif bürokratik süreçleri azaltma ve yatırım izinlerini hızlandırma iddiası taşımaktadır. Ancak bu görünürdeki kolaylık aslında çevre koruma sisteminin en temel ilkesi olan önleyici denetim mekanizmasını zayıflatmakta, karar alma süreçlerini tek bir idari otoritenin eline bırakmaktadır. Yani hızlı yatırım bahanesiyle hızlı tahribatın önü açılmaktadır. Uzun vadede ise teklif, millî farkların asli kuruluş amacından yani doğayı koruma ve ekosistemi gelecek nesillere aktarma misyonundan uzaklaşarak gelir getiren işletme mantığına dayalı bir yapıya evrilme tehlikesi taşımaktadır. Bu durum yalnızca çevresel bir tehdit değil, aynı zamanda kamu yönetimi açısından da bir gerileme anlamına gelmektedir. Zira devletin asli görevi doğayı ticarileştirmek değil, korumaktır. Teklif doğayı piyasa dengelerine terk eden bir anlayışın yansımasıdır. "Kamu yararı" kavramının içi boşaltılmış, çevre politikası rant üretimiyle eş değer hâle getirilmiş oysa kamu yararı ekonomik kazançla değil, toplumun uzun vadeli yaşam hakkıyla ölçülür. Bu teklif bu gerçeği gözardı etmekte, kısa vadeli ekonomik kazanç uğruna ekolojik külfet üretmektedir. Siyasi açıdan bakıldığında, bu düzenleme, iktidarın yönetim felsefesindeki merkeziyetçiliği derinleştirmektedir. Yerel yönetimlerin, sivil toplumun ve bilim insanlarının sürece dâhil edilmediği bir sistemde, kararlar tepeden inme biçimde alınmakta, halkın doğasına dair söz hakkı fiilen ortadan kalkmaktadır. Bu da, katılımcı demokrasi ilkesine aykırıdır.

Ayrıca bu teklif, son yıllarda çevreye ilişkin alınan kararların genel yönelimiyle paralellik göstermektedir. Maden sahalarının genişletilmesi, zeytinlik ve tarım alanlarının imara açılması, ormanlık alanlarda enerji yatırımlarına izin verilmesi gibi örneklerle aynı zihinsel çizgide ilerlemektedir. Yani, bu yasa değişikliği, doğayı koruma politikası değil, doğayı yönetilebilir kaynak olarak gören ekonomik bir stratejinin devamıdır.

Sonuç olarak, teklif, koruma değil, kullanma odaklı bir anlayışı temsil etmektedir. Hukuki güvenceleri zayıflatmakta ekolojik sürdürülebilirliği tehlikeye atmakta, demokratik katılımı ortadan kaldırmaktadır. Bu hâliyle teklif, yalnızca bir kanun değişikliği değil, doğaya bakışın ideolojik bir ifadesidir. Devlet, koruyucu elini geri çekmekte, doğayı, sermayenin sessiz ortağı hâline getirmektedir.

Ben, son olarak, bu kanunun belki daha detaylı bir şekilde görüşülebilmesi için, belki ileriki bir tarihte görüşülmesinin yararlı olacağı kanaatimi de ifade etmek istedim. Hepinizi saygıyla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Dinleme nezaketinizden dolayı da teşekkür ediyorum.