KOMİSYON KONUŞMASI

GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, bakan yardımcıları, kıymetli bürokratlar; hepinizi selamlıyorum.

Maalesef, yine, ihmalin, denetimsizliğin, liyakatsizliğin beceriksizliğin, kâr hırsının emekçiye ödetildiği günlerden geçiyoruz. Dilovası'nda göz göre göre yaşanan cinayet sonrası burada hâlâ hiçbir şey olmamış gibi sunum yapıyor olmanızı hayretle karşılıyorum. 65 yaşında bir kadını o ortamda, o şartlarda çalışmak zorunda bırakan iktidarınızın hiç mi suçu yok Sayın Bakan? Peki, Bakanlığınız döneminde 4.236 işçi hayatını kaybetti, 16 Soma faciası demek; sizin hiç mi suçunuz yok Allah aşkına? 16 yaşında okulda olması gerekirken orada can veren çocuk için "Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetimdir." diyen Genel Başkanınızın hiç mi suçu yok? O nedenle, normalde, demokratik ülkelerde sizin çoktan istifa ediyor ve bu makamda oturmuyor olmanız lazımdı ama neyse.

Peki, ben sözlerime hafızaları tazeleyerek devam etmek istiyorum. Şubat ayının 2019'unda Sayın Cumhurbaşkanı "Şöyle bir patlıcan, sivri biber, patates, soğan sohbeti yaptılar; benim alanım ekonomi, neyin olduğunu bilirim. Vatandaşa en ucuz fiyatla ürünü getireceğiz çünkü biz sömürü düzeninin aracı olamayız." dedi. O günden bugüne patlıcan 4 kat, sivribiber 7 kat, patates 8 kat, kuzu eti 15 kat, dana eti 16 kat zamlandı. Altı yılda 200 liranın alım gücü 10'da 1'e indi. Erdoğan "Sömürü düzeninin aracı olmayacağız." dedi, maşallah, komple sömürü düzeni kurdu çünkü vatandaşın alım gücü yalnızca cebinden değil sofrasındaki her bir lokmadan eksildi.

Sayın Bakan "Asgari ücreti yirmi üç yılda reel olarak yüzde 242 artırdık." dediniz, "Emekçilerimizin alın teri için korumaya, çalışmaya devam edeceğiz." dediniz değil mi? Peki, göreve geldiğiniz 2023 Temmuzundan bugüne kadar geçen sürede asgari ücret kaç ay sadece açlık sınırının üzerinde kalabildi? Hiç yorulmayın, gerçi sizde de bu bilgi vardır, sadece üç ay, o da 2024'ün ilk üç ayında, aradan geçen beş yüz doksan günde asgari ücret her geçen gün eridi.

Yine, bu yılın başında "Vatandaşlarımızın alım gücünü korumak zorundayız. Allah korusun, beklenmedik bir durum olursa tekrar bir düzenleme yaparız." dediniz. Asgari ücretlinin alım gücü açlık sınırının yaklaşık 13 bin lira altında. Allah aşkına, daha bundan beklenmedik hangi durum olabilir, gerçekten şaşkınım. Siz, alın terini korumaktan bahsediyorsunuz, alın teri çoktan buhar oldu. Tablo böyle ağırken "Sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği için tasarruf şart." dediniz; emekliyi, emeği işaret ettiniz. Bütçe gerekçesinde sosyal güvenlik sisteminin etkinliğinin sağlanması ve hizmetlerin daha kaliteli, kapsayıcı sürdürülmesi iddianız var ancak Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan bütçe transferlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki oranı 2028'de 2,8'e düşüyor, 2009'da bu oran 5,2'ydi. Yani, bir yandan "kapsayıcı sosyal güvenlik" diyorsunuz, diğer yandan şu anda yüzde 3,6 olan pay neredeyse 4'te 1 oranında azalıyor. Şu anda, burada aslında çaresizce savunduğunuz şey "Biz emekliye daha az maaşla daha iyi bir hayat sunacağız." demekle eş. Bir taraftan "Sosyal güvenlik sistemimiz güçlü." diyorsunuz, diğer taraftan emeklileri bir maliyet kalemi olarak değerlendiriyorsunuz, bütçenin gelir gider dengesini sarsan olağan şüpheli ilan ediyorsunuz.

EYT'yi yük olarak gördüğünüzü, emeklileri bir sistem sorunu olarak değerlendirdiğinizi defalarca söylediniz ama bunun doğru olmadığını siz de çok iyi biliyorsunuz. İnsanlar emekli olduklarında sistemden çıkmıyor, aksine, yaşayabilmek için sistemde kalmaya devam ediyor. Sosyal güvenlik destek primine tabi sigortalıların sayısı 2017'de 714 bindi, EYT'yi 2023'te çıkarttınız, iddianız doğru olsaydı sistemde kalan kişi sayısının azalması gerekirdi, yüzde 97 oranında arttı fakat siz kendi primini ödeyen, ödedikleri primle de maaş almayı hak eden insanları suçlu ilan ediyorsunuz. Yani, EYT ya da ya da emekliler değil iktidarınız bu ülkeye yük. Bu arada "Geçen yıl kasım ayından beri aylıklar düşük çünkü CHP'li belediyelerin prim borcu büyük." diye bir türkü tutturdunuz, bozuk plak gibi çalıp çalıp duruyorsunuz. 2009'da belediyelerin yüzde 50'si, 2014'te yüzde 59'u, 2019'da yüzde 55'i AK PARTİ'li başkanlar tarafından yönetiliyordu. Bu borçlar 2009'dan beri kalanlar; Sayıştay raporlarında da var. O gün sorun olmadı, ne hikmetse 31 Mart yerel seçimlerinden sonra işin rengi değişti. Siyaset mühendisliğini bir tarafa bırakın, işin gerçeğini ifade edin çünkü SGK'nın 2024 sonunda icralık olan ve tahsil edemediği alacağı 210 milyar lira. Bu borçlar kimin Sayın Bakan, kimlerden bu borçları tahsil edemiyorsunuz? Çokça sorduk, cevap alamadık. CHP'li belediyelerin borcunu kaynağında kesiyorsunuz, diğer belediyelerin durumu nedir, yoksa sakladığınız bir şey mi var? Açıklayın hangi belediyenin ne kadar borcu var, tüm kamuoyu öğrensin. Sayıştay, SGK'nın muhasebe kayıtlarının doğru olmadığını söylüyor. Vallahi, bizim mahalledeki bakkal bile daha iyi defter tutuyor, SGK bunu bile yapamıyor; Kurumu yirmi üç yılda bu duruma getirdiniz.

Yine, bir taraftan da Türkiye'de, sosyal güvenlik reformlarının kalıcı bir başarıya ulaşamamasının temel nedeni, reformların, emek piyasasının yapısal çarpıklıklarını dikkate almadan mali dengeleri kurtarmaya odaklanmış olması. Türkiye'de sosyal güvenlik sistemi özü itibarıyla çalışma esasına dayalıdır yani sistemin gelirleri prim ödeyen istihdam üzerinden şekillenir. Bu da demektir ki kayıt dışı istihdamın yüksek, sendikalılaşmanın düşük, güvencesizliğin yaygın olduğu bir iş gücü piyasasında sosyal güvenliğin finansmanı zaten zayıf bir zemine oturuyor. Türkiye'de, 2008 reformu da dâhil olmak üzere yaptığınız bütün düzenlemelerde bu sağlıksız zemini dönüştürmek yerine onun üzerine ucube bir sistem inşa etmeye çalışıyorsunuz. Sistemin ana kaynağı olan prim gelirleri; düşük ücret politikanız, taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma biçimleri yüzünden sürekli daraldı. Böyle bir tabloda "reform" adı altında verdiğiniz her hamle, açığın bir biçimde değişmesine sebep oluyor.

Yıllardır "Tasarrufları artırıyoruz." dediniz, bireysel emeklilik ve otomatik katılım sistemiyle övündünüz, 2026 Cumhurbaşkanlığı Programı'nda şapkadan tavşan çıkardınız; ekonominin uzun vadeli finansmanı için önemli bir adım atacakmışsınız. "Ekonominin uzun vadeli finansmanı"ndan tam olarak neyi kastediyorsunuz Sayın Bakan? "Emekçinin, emeklinin, ücretlinin, dar gelirlinin huzuru, refahı." olmadığı açık. Bakın, Ayşe teyze, otuz beş yıl çalışıyor, prim ödüyor, haziranda emekli oluyor, bağlayabildiğiniz maaş 16.881 lira. Güle güle harcasın diyeceğim ama Ayşe teyze de gülecek hâl bırakmadınız; o günden bugüne maaşı yüzde 11 eridi, elinde kalan 15 bin lira, açlık sınırı 30 bin lira. Şimdi ise Ayşe teyzeye diyorsunuz ki: "Biz sana bakamadık, insan onuruna yaraşır bir aylık bağlayamadık ama torunun Hasan'ı el üstünde tutacağız." Nasıl yapacaksınız? "Tamamlayıcı emeklilik sistemi kuracağız." Nasıl olacak? "Hasan'ın geleceği kurtulacak çünkü işveren de katkı verecek." Ya, siz, Türkiye'nin ücret yapısını bilmiyorsunuz ya da yaşadığınız ülkenin farkında değilsiniz. İşverenin maliyeti 1 birim artarsa ya ücret azalır ya da istihdam daralır. Dolayısıyla, sizin o tasarrufu kimin için yaptığınızı çok iyi biliyoruz yani siz bu uygulamayla vatandaşın sırtından Kanal İstanbul'u, hazine garantili otoyol ve köprüleri, tek bir uçağın dahi inmediği havalimanlarını finanse edeceksiniz. Eğer bir sistemde emekçinin birikimi üretime değil de tahvile, borca, faize, borcun faize, hatta faizin faizine gidiyorsa o sistemde finansal bağımlılık büyür, mideye giren lokmayı da, o lokmayı alacak maaşı da küçültmüş olursunuz.

Sayın Bakan, bütçe teklifinizde "İstihdamın Artırılması ve İşsizlikle Mücadele" başlığınız var. Türkiye'de geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29'a ulaştı, sayıya vurduğunuzda bu rakam 12 milyon; geçen yıl aynı dönemde bu sayı 10 milyondu. Peki, geniş tanımlı işsizlik içerisinde kimler var? İşsiz kalanlar, kısmi zamanlı çalışıp tam zamanlı iş arayanlar, en acısı "Artık iş bulamam." diyerek umudunu yitiren yurttaşlar, ümidi kalmayan işsizler var ama Bakanlığınızın performans göstergelerine baktığımızda, sadece dar tanımlı işsizliği görüyoruz ve 2026 için işsizlik hedefinizi 8,4 olarak görüyoruz. Peki, bu tanımların içerisinde geniş tanımlı işsizlik neden yok? Çünkü geniş tanımlı işsizlik gerçek tabloyu gösterir ve o tablo da iktidarınızın hoşuna gitmez. "İşsizlik düşüyor." diyorsunuz ama işsizlerin sayısı düşmüyor, rakamlarla oynayarak bu ülkenin gerçeklerini gizleyemezsiniz. İşe yerleştirmelerde büyük ölçülükte nitelik gerektirmeyen, düşük ücretli ve geçici işler olduğunu ifade ediyorsunuz çünkü diyorsunuz ki "1 milyon 453 bin kişinin işe yerleştirilmesine aracılık ettik." Bu durum aslında güvencesiz çalışmayı kalıcılaştıran bir yapıya dönüştürüyor, dolayısıyla Bakanlığınız bunu yaparsa özel sektörün güvencesiz çalıştırmasına nasıl ses çıkartacaksınız?

Yine, Türkiye'nin ihtiyacı rakamları büyüten değil, yurttaşına insanca yaşayabileceği bir gelir sağlayan, katma değeri yüksek ve sürdürülebilir istihdam politikaları. Gerçek başarı vatandaşın geçimini teminat altına alan bir iş gücü piyasası yaratmakla ölçülür, günübirlik iş yerleştirmeleriyle değil.

Yine, Sayın Bakan, İşsizlik Sigortası Fonu'nun içler acısı halinden bahsetmek istiyorum. Adı işsizlik sigortası ama gelin görün ki en az yararlanan kesim yine işsizler. Fon'un toplam nakdi varlığı 541 milyar lira, 2026'da 800 milyara ulaşması bekleniyor. Peki, bu kaynağı kim kullanıyor? Her 100 liranın sadece 33 lirasını işsizler kullanıyor, aslan payı işverene gidiyor. Ne yazık ki Fon'un yönü değişmiş durumda, bütçenin arka kapıdan sermayeye kaynak aktarım aracı hâline gelmiş durumda. İlk sekiz ayda işsizlik maaşına 1 milyon 184 bin kişi başvurdu, sadece 573 bini alabildi yani başvuranların yüzde 52'si tek kuruş dahi alamadı. İşsiz iş bulamıyor, Fon'dan destek alamıyor, istihdam artmıyor. Peki, bu mu işsizlikle mücadele anlayışınız?

Yine, en büyük sorununuz, Bakanlığınız döneminde, iş sağlığı ve güvenliğini sağlayamıyor olmanız. Öncelikle tabii ki tanımını daha düzgün kurmadığınız için çözüm de bulamazsınız. İşçi sağlığı ve güvenliği olur çünkü mesele üretimin değil, emeğin güvenliğidir. Program hedeflerinize baktığımızda iş sağlığı ve güvenliğinin geliştirilmesine yönelik yürütülen proje sayısını yüzde 42 azaltıyorsunuz. Aynı şekilde, kazaların önlenmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik yürütülen proje sayısını da 1.131'den kademeli olarak 893'e çekiyorsunuz. Kısaca, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda hedef küçültüyorsunuz ama aynı programda "Ölümlü iş kazası oranını 2026'da 6,4'e; 2027'de 6,3'e düşüreceğiz." diyorsunuz. Peki, sormak lazım: İşçi sağlığına ayrılan kaynak azalırken, proje sayısı gerilerken nasıl olacak da ölümü iş kazası oranını düşüreceksiniz? Bakın, Kartalkaya'da 78 kişinin öldüğü katliamda 11 kişi müebbet cezası aldı, içerisinde iş güvenliği uzmanı Kübra Demir'e yirmi bir yıl ceza verildi. Peki, Kübra Demir bu cezayı alırken iş teftişini yerine getirmeyen Bakanlığınıza ne oldu, tek bir kişi ceza aldı mı?

Bu ülkenin bütçesi vicdanının aynasıdır Sayın Bakan. Bütçenizin vicdanına baktığımda maalesef yoksul ve güvencesiz çocukları göremiyorum. Sokaklarda çalışan, merdiven altı işletmelerde tükenen, sanayi sitelerinde büyüyen, MESEM'lerde sömürülen, okuldan kopan, iş cinayetlerinde katledilen çocuklar yok. Neden? Çünkü çocuk işçiliğiyle mücadele kapsamında ulaşılan çocuk sayısını 66 binden 30 bine indirmeyi hedeflemişsiniz. Daha az çocuğa ulaşmayı hedef olarak ilan ediyorsunuz. Buna mücadele denebilir mi? Yine, iş cinayetlerinde ölen çocukları gördüğünüzde dövüneceğinize kurtaracağınız çocuk sayısını yarıya düşürmekle övünüyorsunuz. Ulusal Çocuk İşçiliği ile Mücadele Programı 2023'te bitti, yıl 2026 hâlâ "Yeni dönem politika çerçevesi hazırlayacağız." diyorsunuz yani üç yıldır ülkenin çocuk emeğiyle mücadeleniz plansız.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Plansız olur mu, sömürüyorlar.

GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Sayın Bakan, o zaman üç yıldır neyi beklediniz? Ve "Çocuk işçiliğine sebep olan faktörler yoksulluk, işsizlik, eğitim ve yetersizlik." dediniz, ağzınıza sağlık, doğru da söylediniz. Peki, o zaman bu bütçede yoksulluğu azaltacak tek bir kalem neden yer almıyor? Neden sosyal yardımların reel payı azalıyor? Neden istihdam politikaları hâlâ kısa vadeli teşviklerle sınırlı kalıyor?

Toparlamam gerekirse, Türkiye'nin en önemli bütçesini konuşuyoruz. Sayın Bakan, KÇP sürecinde masadan kaçarcasına kalktınız, minyonlar zam beklerken siz yurt dışı programına gittiniz. Devlet memurlarının toplu sözleşme hakkını sarı sendikacılıkla gasbettiniz. Grev yasakları, sendikal mücadelenin içinin boşalması, hak ihlalleri, orta vadeli programla gelen esnek ve güvencesiz çalıştırma, İş Kanunu'nu arkadan dolaşan uygulamalar, KHK düzeninin yarattığı tahribatın bir türlü giderilememiş olması. Burada her birinden bahsedersek saatler sürer.

Özetleyecek olursak, bu, AK PARTİ zihniyetinin tam da aynası olan bir bütçe. Bir yanda döviz garantili projelerle zenginleşen müteahhitler diğer yanda ay sonunu getiremeyen emekliler, genç işsizler, asgari ücretliler. Bir yanda iktidarınız bu bütçeyle bir kez daha tasarrufu vatandaştan -maşallah- lüksü de kendinden esirgememiş. Faiz ödemeleri bir yılda katlanırken sosyal güvenliğe ayrılan kaynağın azalmasına razı olmuş. Bir bütçede adalet yoksa siz gelirleri, kalemleri, rakamları büyütseniz de ülke büyümez çünkü adaletsiz bir kalkınma yoksulluğu büyütür. O nedenle de biz "Ya adalet ya sefalet." diyoruz ve sizi, bir kez daha görev sürecinde yaptığınız bütün başarısızlıklardan ve bugüne kadar 4.236 canın sorumlusu olarak istifaya davet ediyoruz.

Teşekkürler.