| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 12 .11.2025 |
VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Bakan, tekrar, bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.
6 Ekimde Malatya'nın Battalgazi ilçesinde 84 yaşındaki Türkan Aygün evinde ölü bulundu. 10 Ekimde, yine, Malatya Battalgazi'de 82 yaşındaki Mehmet Dağlı evinde ölü bulundu. 15 Ekimde Malatya'da 85 yaşındaki Sultan Altaş evinde ölü bulundu. 25 Ekimde Battalgazi Hasan Varol Mahallesi'nde yalnız yaşayan 78 yaşındaki Mehmet Hanifi Çalıkuşu yakınları tarafından evinde ölü bulundu. Malatya'da sadece bir ay içinde içinde yalnız yaşayan 4 kişi evlerinde ölü bulundu. Ne komşu fark etti ne bir yakını aradı, kimsenin kapı çalmadığı bu evlerde sessizce hayatlar sönüp gitti. Bu konuyu neden aktardım Sayın Bakan, onu izah edeyim. Malatya'da kimsesiz veya aileleriyle birlikte yaşayamayan yaşlı insanların bakımlarını üstlenecek bir huzurevimiz artık yok. Malatya'daki huzurevi depremde ağır hasar alınca yıkıldı, huzurevindeki yaşlılar Antalya'ya gönderildi ancak bin gün geçmesine rağmen ne huzurevi yapıldı ne de başka şehirlere gönderilen yaşlılarımız memleketlerine dönebildi. Dolayısıyla, bakın, çok hızlı bir şekilde, Malatya'da bir huzurevinin yapılması lazım. Malatya'da depremde hasar alan, yıkılan huzurevinin yerine Yeşilyurt ilçesinde sosyal hizmet kampüsü inşa edileceği, bu kampüs içinde 150 kişilik huzurevi yapılacağı belirtildi ancak o konuda bir gelişme yok. 150 kişilik huzurevinin de yeterli olmadığını size burada söylemek isterim.
Malatya'nın maalesef birçok meselesi var, birçok sorunu var. Bir meselemiz de bütün her bütçede dile getiriyorum, depremden hemen sonra Sayın Süleyman Soylu'nun açıklamasıyla birlikte insanlar eşya yardımı almak için günlerce sırada beklediler ancak eşya yardımı verilmedi. Maliyenin önünde çadırlar kuruldu, sıralar beklendi, insanlar ağır hasarlı binalardaki eşyalarını çıkarmadan binalar yıkıldı ama hâlâ eşya yardımı verilebilmiş değil. Malatya'da, tabii, konteynerlerde çok problemler vardı, şimdi konteynerler yavaş yavaş boşaltılmaya başlandı. Hem şu dönemde yapılan TOKİ'nin yapmış olduğu konutlarda, Yeşilyurt bölgesinde ve Orduzu bölgelerinde kadınların zaman geçirebileceği, sosyalleşeceği hiçbir ortam yok, zaten market yok, satan bakkal falan yok ama bunu da sizin lütfen, dikkatlerinize sunuyorum. Bizim erkeklerimiz konteynerde de olsa başka evlerde de olsa minibüse biniyor, dolmuşa biliniyor, çarşıda çay ocağında, kahvehanede vaktini geçiriyor ama kadınların böyle bir şey yapma imkânı maalesef yok; bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Şimdi, geçen yıl "Emekli Yılı" ilan edilmiş, bu yılda emekliye, maalesef, ölmeden kabir azabı yaşattınız. Şimdi "Aile Yılı" ilan ettiniz, başında da söyleyeyim, ailelerin durumu hiç iyi değil. Size birkaç rakamdan bahsetmek istiyorum: Şu anda 22 milyon 206 bin çocuk var, bu çocukların yüzde 9,4'ünün evde çalışan ebeveyni yok yani ailesinde çalışan olmayan 2 milyon 87 bin çocuk var. Bu çocuklar sosyal yardım olmadan anne ve babalarıyla birlikte açlıktan ölecek.
Şimdi, diyorsunuz ki "3 çocuk" bence de 3 çocuk önemli, hatta Cumhurbaşkanı "5 çocuk" demeye başladı. İlginç gelecek ama bu 5 çocuk meselesini ben destekliyorum şahsen. Bakın, değerli arkadaşlar, bizim bir beka meselemiz varsa bu çocuk doğum oranlarımızın düşük olması. Burada sessiz ama derin bir mesele, hep birlikte konuşmalıyız, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte konuşmalıyız. Türkiye'nin yarınları nasıl şekillenecek? Konumuz düşük doğum oranları. Bazıları bunu sadece "Ailelerin tercihiyle değişti." diye anlatmak istiyor, sanki mesele doğanın akışıymış gibi sanki her şey normalmiş gibi. Hayır efendim, mesele tercih meselesi değil mesele koşulların zorlamasıdır. "Gençler, kadınlar, aileler çocuk yapmak istemiyor." diye değil çocuk yapmaya korkuyor insanlar çünkü bu ülkede gelecek güvencesiz çünkü bu ülkenin geçim kaygısı var, gençlerin hayalleri geçmişte kaldı çünkü bu ülkede çocuk sahibi olmak aileyi bırakın, bazen akrabaya bile yük oluyor.
Bakın, değerli arkadaşlar, bugün dünyaya baktığımızda iki farklı tablo görürsünüz. Bir tarafta Latin Amerika ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, eski komünist coğrafyalar, hepsinde doğum oranları düşüyor çünkü ekonomik güvensizlik var, sosyal devlet zayıf, aileler yalnız ama öbür tarafta, bakıyorsunuz, sosyal koruma harcamalarının yüksek olduğu yerlerde insanlar rahat çocuk yapabiliyorlar. Maalesef, başka ülkeler çocuk yapmaktan korkmuyor, orada kreş yük değil devlet hizmeti var çünkü orada kadın işsiz kalırsa aile işsiz kalmış sayılmıyor çünkü orada devlet aileyi yalnız bırakmıyor. Ne görüyoruz? Sosyal devlet güçlüyse doğum oranı düşmüyor. Yani mesele sadece kültür değil, ahlak değil, aile yapısı değil mesele güvencedir, sosyal devlettir.
Bakın arkadaşlar, sizlere soruyorum: "Çalışanların yüzde 50'sine yakınının asgari ücret aldığı bir ülkede kiralar ne durumda, kreş fiyatları ne durumda, okul masrafları ne durumda, gençlerin iş bulma umudu ne durumda, kadınların istihdam güvencesi ne durumda?" diye bir bakmak lazım. Bu ülkedeki gençler yuva kurmayı düşünüyor ama daha yuva kuracak ev bulamıyor. Bu ülkede bir anne doğum iznine ayrılıyor ama dönünce "İşim kalacak mı?" diye kaygı duyuyor. Bu ülkede kreşe, bakıcıya bir asgari ücret yetmiyor. Şimdi, bu ortamda çocuk nasıl yapılsın, hangi ortamda yapılsın? Evet, rakamlar, doğurganlık hızımız 1,4'e düşmüş durumda; bu, nüfusun kendini yenileme seviyesinin çok altında ama daha açığı şu: Halk kendini suçlu hissetmiyor; ülkeyi yönetenleri, devleti suçlu hissediyor. Geçen gün Malatya'da yaşadığım bir olayı anlatayım: Birisi mühendis, birisi sosyal hizmetler gibi üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisans yapmış, 1 çocukları olan bir çift var. Benim de hep esprimdir, çok güzel çocuk görürsem "Böyle çocuk yapabiliyorsunuz 5 çocuk niye yapmıyorsunuz?" diyorum. Dedi ki "Ya, ev yok, ücret düşük, ikimiz de asgari ücretle geçiniyoruz." 1 çocuk yapabilmişler. Yani bu söz sosyoloji kitaplarından çıkmış bir analiz değil tamamen yaşanmış bir analiz; Türkiye'nin durumu bu. Bu söz bu ülkenin gerçeği ve biz burada görevliyiz, biz burada milletin sesini taşımak için oturuyoruz. O hâlde ne yapacağız değerli arkadaşlar?Yapacaklarımızı da söyleyelim: Her mahalleye ücretsiz, nitelikli kreş açacağız. Kreş devlet okuludur, kreş lüks değil haktır. Çalışan annelerin iş güvencesini garanti altına alacağız. Kadın anne olduğu için işini kaybetmeyecek, çocuk desteklerini koşullu değil hak temelinde vereceğiz. Yardım değil sosyal hak... Gençlere ve yeni evlenenlere sosyal konut politikası uygulayacağız. Herkesin ulaşabileceği kiralık konutlar olacak. Devlet aileyi desteklerse aile geleceğe güvenle bakar, aile güven duyarsa çocuk doğar. Hamasi nutuklarla kürsüden öğüt vererek, aile değerlerini hatırlatarak olmaz. İnsanlar çocuklarına iyi bir gelecek sağlayabileceklerine inanmazsa çocuk yapmaz. Şimdi, burada sizlere sesleniyorum: Bir yandan emekliyi yoksullaştıracaksınız, bir yandan işçiyi enflasyona ezdireceksiniz, bir yandan kiraları denetleyemeyeceksiniz, bir yandan kreşleri özel sektöre bırakacaksınız. Sonra çıkıp diyeceksiniz ki "Çocuk niye yapılmıyor, niye doğmuyor?" İşte cevabı burada, insanlar geçinemiyor, insanlar güvende hissetmiyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu söylüyoruz: Türkiye'nin geleceği güçlü olacaksa bu geleceği gençler kuracak, gençler aile kuracak, yuva kuracak, çocuk büyütecek ama bunun yolu bağırmaktan değil güven vermekten geçiyor. Türkiye'nin ihtiyacı daha çok kreş, daha çok sosyal konut, daha çok ücretsiz eğitim, daha çok sosyal devlet. Bunu yapmak mümkün, Türkiye'nin kaynakları var, yeter ki tercihlerimizi doğru kullanabilelim.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, 2003 yılında evlenme sayısı 544 bin; 2025'te 567 bin. 2003'te boşanma sayısı 91 bin, şimdi 173 bin. Doğum sayılarına baktığımız zaman da aynı şekilde, 2002'de 1 milyon 320 bin kişi doğmuş, şu anda 937 bin kişi doğmuş. Kaba doğum oranı 2,38 iken 1,40'lara düşmüş. Tekrar ifade edelim; bu, maalesef, memleketin en büyük temel meselelerinden biri. Bunu da çok siyasileştirmemek lazım yani bu çocuk meselesini sadece Recep Tayyip Erdoğan'a söyletirseniz bizim seçmenler inat ediyor Recep Tayyip Erdoğan'a karşı çocuk yapmamak için, muhalefeti de bu konuda birleştirmek lazım; bu, bir millî mesele, ulusal bir mesele.
AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANI MAHİNUR ÖZDEMİR GÖKTAŞ - Sen söyle Sayın Vekilim, seni dinlerler.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Vallahi öyle.
Şimdi, bak, bu TOGG'u da aynı şekilde yaptılar, sanki bir siyasi partinin aracıymış gibi bir kesim TOGG almıyor, TOGG bizim millî ürünümüz.
Ya, 3 çocuk meselesi sadece Recep Tayyip Erdoğan'ın meselesi değil. Recep Tayyip Erdoğan söyleyince, siz söyleyince, Orhan Yegin söyleyince bizimkiler inat ediyor, yapmıyor.
ORHAN YEGİN (Ankara) - TOGG'un millî olduğunu bugün söylüyorsunuz, dün İtalyandı.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Hayır, ben hiç öyle bir şey demedim.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, sosyal koruma harcamaları: Sayın Bakan, gerçi siz Belçika doğumlusunuz ama sosyal koruma harcamaları Baki Ersoy'u da Mustafa Kalaycı'yı da Orhan Yegin'i de Veli Ağbaba'yı da burada oturtan önemli bir mekanizmadır çünkü o sosyal koruma harcamaları olunca sevgili Baki Ersoy da Mustafa ağabey de Orhan Yegin de fırsat eşitliğinden yararlanarak milletvekili oluyorlar, siz de aynı şekilde. Maalesef, sosyal koruma harcamalarımız yüzde 9,94. Siz Avrupa'yı iyi biliyorsunuz, çok daha sık geziyorsunuz, Fransa'da yüzde 33, Finlandiya'da yüzde 31, Avusturya'da yüzde 30, Almanya'da yüzde 30, Danimarka'da yüzde 30. Sosyal koruma harcamalarını artırmadığımız sürece bu memlekette fakir fukara çocuklarının bir yere gelmesi mümkün değil.
Sürem var değil mi daha Sayın Başkanım?
Yine, Bakanlık verilerine göre -biraz da sosyal yardımlara girelim- 2012 yılda 2 milyon 170 bin 614 kişi sosyal yardım alırken 2024'te bu rakam 3 milyon 537 bine yükselmiş. Nüfuslarımızla karşılaştırdığımız, baktığımız zaman nüfus on iki yılda 12 artarken sosyal yardıma muhtaç hane sayısı yüzde 63 olmuş. Bunların, bu rakamların da önemli olduğunu düşünüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI NİLGÜN ÖK - Sürenizi uzatıyorum.
Buyurun.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Değerli arkadaşlar, çocuk yoksulluğunu TÜİK verilerine göre size anlatayım: 15 yaş ve daha küçük yaşlarda her 100 çocuktan 71'i yeni giysi alamıyor, her 100 çocuktan 72'sinin ikinci ayakkabısı yok, her 100 çocuktan 77'si günde en az bir kez taze sebze ve meyve alamıyor, her 100 çocuktan 63'ü bir kez et ve tavuk yiyemiyor -bunlar TÜİK rakamları- her 100 çocuktan 76'sı yaşına uygun kitap alamıyor, her 100 çocuktan 77'si bisiklete ve patene binemiyor. Bu rakamları daha çok uzatabiliriz, maalesef, bunlar hepimizin sorunu ve bu sorunun çözülmesi lazım. 14 milyon düzenli et, balık, tavuk yiyemiyor; bedenlerinin de beyinlerinin de gelişmesi mümkün olmuyor. Hakikaten çok önemli değerli arkadaşlar. Bu harcamaların buraya gitmesi lazım, bu harcamaların daha çok bu alanlara yayılması lazım.
Bakın, sosyal yardımlarla ilgili birkaç şey daha ilave edeyim: Yine, 65 yaş maaşları var, biliyorsunuz. Haberiniz var mı 65 yaş maaşlarından? Ne kadar alıyorlar? 65 yaşın üzeri 4.664 lira alıyor. 4.664 liranın ne anlama geldiğini biliyor musun? Bir palto alamaz, bir ceket alamaz 65 yaş üstü biri.
CAVİT ARI (Antalya) - Üç aylık mı? Üç aydan üç aya da olabilir.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Aylık ya, hadi 5 bin olsun.
Dolayısıyla, maalesef, memlekette dert çok, sorun çok; bu sorunların çözülmesi lazım ama böyle nutuk atarak, karşıyı suçlayarak bir mesele de çözülmüyor. Bazı meselelerin millî mesele olması lazım, ulusal mesele olması lazım. Bu çocuk politikasıyla ilgili, çağırın siyasi parti liderlerini ya da ilgilileri, sizdeki sorumluyu, bizde gölge bakan var, MHP'de başka bir şey var, DEM'de, İYİ, PARTİ'de var; bunları çağırın, hep beraber konuşup bir politika belirleyin. Hakikaten diyorum, bunu bir siyasi mesele yaparsanız... Yoksa bu mesele çözülmüyor.
Bu konuyu da hepinizin dikkatine sunuyor, bütçenizin hayırlı olmasını tekrar diliyorum.