| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 30 .10.2025 |
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımızı, heyetimizi ve Komisyonumuzun üyelerini saygıyla selamlıyorum.
2026 bütçesi üzerine elbette konuşacağız ama önce 102'nci yılını yaşadığımız Cumhuriyetimizin 102'nci yılını hepimiz için kutluyorum ve tabii ki Cumhuriyetin çok yaşaması temennisinde bulunuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bazen böyle sosyal medyada insanlar sokakta konuşuyorlar "Almanya bizi kıskanıyor." falan filan diye ya, bende de acayip bir kıskançlık oluştu dün itibarıyla. Dün müydü, evvelsi gün müydü Almanya Başbakanı gelince elinde valizi, kolunda bilgisayarı, işte bir yanda dosyasıyla uçaktan eşiyle birlikte inip, üstelik de gazetecilere de kendi ceplerinden biletlerini aldırdığını öğrenince işin doğrusu ben de çok kıskandım. Ben sizin de bunu kıskanmanızı ve bu modeli örnek almanızı önemle, aslında ne güzel olurdu diye bir hatırlatayım diye aradım.
Evet, Balıkesir'de hakikaten bir dizi sarsıntılar devam ediyor. Çok can alıcı başka bir şey de Gebze'de yaşanan bir binanın yıkılmasıydı Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım. Gebze'deki binanın yıkılacağı haberinin ya da müracaatının CİMER'e yapılmış olması da çok ilginç bir durum. CİMER'den verilen cevapta da "Evet, konu takibimizdedir." denilmiş ama takibinizde olan o konu veya o bina takibinizde olduğu hâlde yıkımla sonuçlanmış ve 3 insanımızı orada kaybetmişiz, üzüldük, bütün yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Demek ki depremle ilgili kontrol mekanizmalarının tam olarak işletilmediği, ister belediyelerin isterse özel idarelerinin, valiliklerin sorumluluklarını tam olarak yerine getirmediği bir dönemi hâlâ yaşadığımızı üzülerek söylemek zorundayım; bunu da dikkatinize sundum.
Şimdi, bu iktidar gitmelidir diyorum ben, seçim yoluyla gitmelidir diyorum. Niye söylüyorum böyle? Çünkü 2002 yılında geldiğinizde, aslında bir umut dağıtarak gelmiştiniz. Hakikaten insanlar bir umutla Türkiye'nin düzeleceğini düşündü ve size her seçim döneminde de çok ciddi fırsatlar verdi. Ancak gelinen noktada görüldü ki ya bir dönem çıraklık dönemi dendi, bir dönem işte kalfalık dendi, öbür dönem ustalık dendi, araya pandemi girdi dendi, araya deprem girdi dendi, dış güçler dendi, o dendi bu dendi, yirmi üç yıldır sonuçta iktidarınız döneminde ekonomi düzelmedi, faizler en yüksek seviyede ve bunun sorumlusu hâlâ dışarılarda bir yerlerde aranıyor. Kendinize biraz bununla ilgili sorumluluk düşmeniz lazım. Niye? Çünkü devleti şirket gibi yönetmek için işe başladınız. Şirketlerin amacı elbette kâr etmektir ama devlet işte böyle bir şey değildir. Devlet kendi ihtiyaçlarını karşılamak, işlerini kolaylaştırmak üzere halkın kurduğu bir örgüttür ve böyle yönetilmelidir. Ancak hastanesi olanlar bakan oldu, okulu olanlar bakan oldu, oteli olanlar bakan oldu ve bu bakanlar şirket gibi yönetmeye başlayınca da işte kamu zararları, enflasyon, faiz, düşük gelirlilere fayda olmaması durumu orada yaşanmaya başladı. Devleti şirkete dönüştürdüğünüzde devlet görevlileri topluma hizmet etmeyi, zayıf olanı korumayı bırakır, sadece ve sadece kârı düşünür; buna örnek vermek gerekiyorsa da SGK Başkanının bu salonda kullandığı cümlelerdir. "Eskiden 50-55 yaşında ölüyorduk, şimdi 77-78 yaşına kadar çıktı. Dolayısıyla SGK primleri kaldıramıyor." diyerek emekliye verilen değerin aslında bir ölçüsünü ortaya koymuş oldu. Yani, işte bu kâr meselesinden söz ettiğim örnek için en önemli şeydi.
Yine, kentsel dönüşümle ilgili Kentsel Dönüşüm Başkanlığının istediği yüzde 25 kredi kullanma yetkisi de bir tüccar anlayışıdır. Burada da uzun vadeli borçlara karşılık bu kredi meselesi doğru değildir ve cumhuriyet tarihî boyunca bu yönteme ilk kez başvurulmuştur.
Şimdi, denetim mekanizmaları da ortadan kalkınca kişisel kazancını gözeten insanlar çoğalıyor. İktidarı kaybedeceğinizi gördüğünüzde hukuktan ve adaletten de uzaklaşmanız bürokrasiye atadığınız kimilerinin de yolsuzluğa sürüklenmesine neden olmaktadır. İşte, o örneği, Merkez Bankası Yardımcısı olarak atanan şahsın, Türk lirası banknotları üzerinde imzası olan şahsın konumunu kullanarak halkın dişinden tırnağından artırarak oluşturduğu kasaya dayanmasıyla gördük ve yaşadık. Merkez Bankasında en yetkili yere getirdiğiniz kişi bunu yapma cesaretini gösterebiliyorsa "Devleti devlet gibi değil şirket gibi yönetiyoruz." dediğiniz için bunlar oluşuyor ne yazık ki. Geçen yıl hepimizin kanını donduran bebek cinayetlerini hatırlıyoruz. İnsanlar bu düzenin yüzünden, böyle bozuk bir düzenin yüzünden Türkiye'yi sarsan bu bebek cinayetlerine ne yazık ki tanık oldular. Bu...
ORHAN YEGİN (Ankara) - Düzenin başında sizin Meclis üyeniz vardı ya!
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Efendim?
ORHAN YEGİN (Ankara) - O düzenin başında sizin Meclis üyeniz vardı.
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Konuşmam bittiği zaman, Orhan Bey, siz yine bana söylersiniz olur mu?
ALİYE TİMİSİ ERSEVER (Ankara) - Ne alakası var ya!
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - İstifa etti, Bakan hâlâ yerinde.
ALİYE TİMİSİ ERSEVER (Ankara) - İstifa etti, Bakan yerinde. Yani ne alakası var ya!
ORHAN YEGİN (Ankara) - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanınız o...
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - İl Sağlık Müdürü Bakan oldu, hâlen yerinde duruyor; o istifa etti.
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Bu, şimdi...
Arkadaşlar, cevap verirsek Orhan Bey'in istediği olmuş olur.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Yok, istediğim o değil.
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Şimdi, ben sözlerimi bitireyim, sonra Orhan Bey istediğini söylesin tabii.
Evet, "sağlıkta dönüşüm" diye başladığınız icraatlarınızın ne yazık ki yeni doğmuş günahsız bebeklerimizin vefatına kadar uzanan bir sürece gitmesine bir şey yapamadınız ve artık, Türkiye'de her yeni doğan bebeğin 150 bin lira üzerinde borç yüküyle doğduğunu da sizin sayenizde görmüş olduk. Bu hâle gelmek sizin eseriniz çünkü siz halktan uzaklaştınız, sizi seçen halkın temsilcisi olmaktan çıktınız. Saraydan gelen talimatların esiri oldunuz, bu Komisyona onlarca torba kanun muvazaayla geldi ve saraydan gönderildi ve iktidar milletvekillerinin de bizden birkaç gün önce onlardan haberi oldu, sonra noktasına virgülüne dokunmadan ne yazık ki her şey buradan geçiyor, bugün de şimdi de az sonra olacağı gibi; bunu biliyoruz ama tarihe not düşüyoruz. Biz, burada bu bütçeyi görüşürken sizin yetkilendirdiğiniz birileri bir yerlerde yine hâlâ bebeklerin üstünden bir para kazanma planı yapıyor olabilir ya da Merkez Bankasına atanan üst düzey bir yönetici yolsuzluk yapıyor olabilir, generalinizin insan kaçakçılığı yaptığına ne yazık ki tanık olduk, Kızılay depremzedelere çadır sattı, adliyelerde rüşvet çarkı kurulmuşsa, eğer sokaklar mafyaya teslim olmuşsa, çocuk çeteleri ürüyorsa ve bunlar önlenemiyorsa bunun başka bir tarifi yoktur. Bu, bir halk sağlığı sorunudur ve bu iktidar bir halk sağlığı sorunu olmuştur artık.
İnsanlık tarihi güçlü ile zayıfın mücadelesinden ibarettir. Güçlüler daha fazla toprak, daha fazla para kazanmak isterken zayıflar hayatta kalma çabası içindedirler. İşte, devlet bunun için vardır. Güçlünün karşısında zayıf olanlarının hakkını korumak; sendikalar bunun için vardır, tek başına zayıf olan işçiler haklarını işverene karşı koruyabilmek için örgütlenirler. Buraya defalarca torba yasası getirdiniz ama milyonlarca yoksul yurttaşı, emekliyi, alın teriyle çalışıp hayata tutunmaya çalışan insanları ağır vergiler altında ezmek için getirdiğiniz bu yasa maddelerinin görüşmelerinde "STK'leri de çağırdık." dediniz ama bakıyoruz sendika diye kim var? Sadece Türkiye İşverenler Sendikası var. Böyle bir sendika mı olur arkadaşlar? Ne yapıyor bu sendika? İşçiye karşı işvereni mi koruyup kolluyorsunuz yani eski bir Ankara Valisinin -kimilerine göre Nevzat Tandoğan, kimilerine göre Avni Doğan- öğrencilere "Eğer Türkiye komünist olacaksa onu da biz yaparız, size bırakmayız." sözü geliyor insanın aklına. "Türkiye'de sendikacılık yapılacaksa onu da biz yaparız." demeye getiriyorsunuz aslında. İnsanlık binlerce yıllık tarih süzgecinden geçerken bir şeyi fark etmiştir: Kralın gücü arttıkça halk eziliyor, yoksullaşıyor. Bu yüzden 1215'te ilk anayasa olarak kabul edilen Magna Carta'yla kralın gücü ve yetkileri azaltılmıştır. O günden bugüne değin halkın refahının artması için iktidar sahiplerinin gücünün sınırlandırılması gerektiği, denetim mekanizmalarının işler olması gerektiği düşünülegelmiştir. Halk ödediği vergilerin nasıl harcandığını bilmelidir. Yönetimde şeffaflık ve hesap verilebilirlik esas olandır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli fonksiyonları halk adına bütçe yapmak, bütçenin nasıl kullanıldığını da denetleyebilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasi denetim yaparken yargı denetimi de bağımsız mahkemeler tarafından yapılmalıdır. Yasama ve yargı erkleri yürütmenin kontrolüne girdiğinde denetimsizlik ortaya çıkar; bu durumda yürütme erki kontrolünü kaybeder, adalet sağlanamaz, rüşvet ve kayırmacılık baş gösterir. Ülkenin kaynakları, toplanan vergiler belli zümrelerde toplanır, küçük ve mutlu bir azınlık lüks ve şatafat içinde yaşarken toplumun çoğunluğu yoksullaşır ve mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklenir. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olması bunun için çok önemli ve gereklidir. Sekiz yüz yıl önce insanlık bunu görüp iktidar gücünü sınırlamaya çalışırken insanlığın tarih boyunca elde ettiği deneyimlerin tersine krala daha fazla yetki vermeye çalışmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Türkiye'de de durum ne yazık ki buna benzemektedir.
1923'te genç Türkiye Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşı'na bulaşmadan kalkınma hamlesini başlatmıştı, zaman zaman darbelerle sekteye uğrasa da demokrasiyle yoluna devam etmeyi başarabilmiş ve halkın refahını artırmayı hedeflemiştir. Peki, bugünlere nasıl gelindi? 2002'de iktidara geldiğinizden itibaren devleti ele geçirmeye çalıştınız, "askerî vesayet" diyerek orduya, "bürokratik vesayet" diyerek kamu kurumlarına, "yargı vesayeti" diyerek yargıya operasyon çekmekten ne yazık ki geri durmadınız. Kurumları çökertme pahasına devleti ele geçirdiğinizi zannederken devlet aygıtı tarafından ele geçirildiğinizin bilmem farkında mısınız arkadaşlar?
Anayasa Mahkemesi, yasama ve yürütme organlarının kararlarını anayasa temelinde değerlendiren en üst yargı organıdır. Saray efradından yakınlarınızı üye yaptığınız AYM kararlarını dahi uygulamıyorsunuz, o bile fazla geliyor size. Ülkeyi kuralsız yönetmek istiyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanı Şubat 2016'da "Anayasa Mahkemesinin verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum." demiş miydi? Demişti. Yine, Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararında verilen kararı yürütme organınca uygulanmamakta, seçilmiş bir milletvekili olarak Meclisin bir üyesi olan Can Atalay hakkındaki AYM kararına uyulmamasını Türkiye Büyük Millet Meclisi de görmezden gelmekte ve bu duruma sessiz kalarak yürütmenin suçuna ortak olmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı 2012 yılında yatırımların hızlandırılmasıyla ilgili olarak kullandığı şu cümleler de ilginç: "Ama işte bu 'kuvvetler ayrılığı' denen var ya o işte önünüze gelip engel olarak dikiliyor." demişti. Bakanlık sisteminin erdemlerinden söz eden Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisini yargıya ayak bağı olarak gördüğü buna benzer pek çok ifadesi de bulunmaktadır. Meclis ve yargı denetiminin yatırımları yavaşlattığını, bunların devre dışı kalması hâlinde Türkiye'yi uçuracağını iddia ediyordunuz. Yargının ve Meclisin denetimini ortadan kaldırmak, kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçişi sağlamak için getirdiğiniz anayasa değişikliği teklifi 2017'de, OHAL ortamında halkoylamasına sunuldu, bir tür plebisit yapıldı. Referandum öncesi, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunun sakıncalarını anlattık. Mühürsüz oyların geçerli sayıldığı, şaibeli bir seçimle partili cumhurbaşkanlığı rejimine geçilmiş oldu ama iddia edildiği gibi Türkiye uçuşa falan geçmedi, tersine, halkın satın alma gücünü tamamen azalttınız, ne yazık ki yoksulluk derinleşti ve yanlış ekonomi politikalarındaki ısrarlar enflasyonu artırdı, dövizi patlattı, halkı yoksullaştırdı.
"Faiz haramdır." diye faizi hortlattınız ama Merkez Bankasının politika faizi hâlâ yüzde 39,5 civarında. Dünyadan örnekler verirsem: İsviçre'de 0, Japonya'da 0,5, Singapur'da 1,15, avro bölgesinde toplamda yüzde 2,15, Kanada'da 2,50 civarında, Çin'de yüzde 3, Amerika Birleşik Devletleri'nde 4,25, Suudi Arabistan'da 4,75, Endonezya ve Hindistan'da da 4 ile 5 arasında; Türkiye'de hâlâ yüzde 39,5. Bütçenin 2,7 trilyon TL'sini bu faize veriyoruz. Şimdi, bu sayılan ülkelerin kimisi ateist, kimisi Mecusi, kimisi ineğe tapıyor, kimisi puta, kimisi Hristiyan, kimisi Müslüman; soruyorum "İnancınıza göre faiz haram değil miydi? Niye tapınıyorsunuz ki dünyadaki en yüksek faiz oranını uyguluyorsunuz." diye. Şimdi, getirdiğiniz bütçeye bakıyorum, 18 trilyon 928 milyar lira, faiz giderleri için bütçeye koyduğunuz rakam 2 trilyon 740 milyar yani bütçenin yüzde 14,5'ini faize ayırdınız, bu oran geçen yıl yüzde 13,2'ydi yani demek ki faiz oranları arttı. Ekonomiyi giderek faize bağımlı hâle getiriyorsunuz. KKM diye -ne yazık ki- kötü bir uygulamayla millete verdiğiniz zarar 2 trilyonun üzerinde. Ekonomiyi gözlerdeki ışıltıda arayan bakan da gitti "Rasyonel politikalara dönmekten başka seçenek kalmamıştır." diyen bakanınız geldi. Bakıyoruz rasyonellikten ne anladığına, faizden başka bir şey görmüyoruz. Kamu bankalarının yandaş müteahhitlere kredi adı altında peşkeş çekilmeye devam etmesini önleyemiyor. Rasyonel bakanın, bütçe açığını kapatmak için geniş halk kesimlerinin yoksulluğunu daha da derinleştirmekten başka bir çözümü ne yazık ki yok. Geldiniz, ekonomiyi de duvara toslattınız. Şimdi, yoksullaştırdığınız halkın sırtına ilave vergiler yüklüyorsunuz. Yap-işletle servetlerini katladığınız ayrıcalıklı müteahhitleri ihya etmeye, istisnalarla vergi borçlarını affetmeye devam ediyorsunuz. Zengin dostlarınızı kime karşı koruyorsunuz? Zayıf olanlara karşı.
ORHAN YEGİN (Ankara) - Kimin vergi borcu affedilmiş Sayın Ağbaba?
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Kimin vergi borcu affedilmiş, onu da açıklarım.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Oku, oku, oku! Gezip gezip geliyorsun. Ne gündemi takip ediyorsun...
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Bu da yetmiyor, sömürge madenciliğiyle en verimli tarım arazilerini, ormanları, dağı taşı, bu ülkenin topraklarını yerli iş birlikçileri olan yabancı şirketlere yağmalatıyorsunuz. Doğu Karadeniz'in tamamını neredeyse maden sahası ilan ettiniz. Artvin'in yüz ölçümünün yüzde 70'ini, Rize'nin, Trabzon'un, Gümüşhane'nin yüz ölçümünün yüzde 55 ila 70 arasındaki oranda maden sahası ilan ettiniz. Bakın, 31 Aralık 2017'de 39 lira olan bir kilo kıyma şimdi, sizin iktidarınızda 800 ile 900 lira arasında; litresi 3 lira olan sütün 55 liraya, 60 liraya satıldığını görüyoruz; 21 lira olan bir kilogram çay bugün 400 lira olmuş ama çay üreticisine hâlâ bir yıllığına 25,44 TL ödemeye devam ediyorsunuz. ÇAYKUR'un kapasitesi yetip alamadığı zaman özel sektörün daha düşük yollarla çay satın almasını engelleyen bir çay kanunu teklifini de 2 defa reddettiniz. Açlık sınırı 27.970 TL, yoksulluk sınırı 91 bin TL. Asgari ücret 22.104 lira, açlık sınırının hayli altında. Türkiye'de asgari ücretin genel ücret anlamına geldiğini de hatırlatalım. Çalışanların yüzde 80'inden fazlası asgari ücretin yüzde 50'den fazlası ya da daha altındaki ücretle geçinmek zorunda bırakılmış durumda. Emeklilerin hâli daha da vahim "16.881 lira ile geçinsinler." diyorsunuz, belki yüzde 10 civarında zam yaparsınız. Ülkenin kaynaklarını, yoksul halktan topladığınız vergileri ne yazık ki çarçur ettiniz. Kamu bankalarını yandaş müteahhitlerinizin kredi çiftliğine çevirdiniz; işçisiyle, çiftçisiyle, memuruyla, esnafıyla bu milletin damla damla oluşturduğu hazineyi kamu gücünü kullanarak yandaşlara dağıtıyorsunuz. Hazine garantileri için bütçeye koyduğunuz tutar 101,3 milyar lira, geçen yıl 14,3 milyar idi yani neredeyse 6 katı olmuş. "Emekli maaşlarını artırırsak ülke batar. SGK primleri az artar, o yetmiyor, o yüzden emekli maaşlarını da artıramayız." diyorsunuz. Yani sadece gerçekleşmeyen garanti ödemelerini emeklilere yansıtsanız en düşük emekli maaşını 5 bin lira artırabilirdiniz ama siz bunu tercih etmediniz. Siz müteahhitlerin iktidarsınız, halkın değil. Getirdiğiniz bütçe halkı değil, sermaye kesimini gözeterek hazırlanmıştır. O yüzden bu bütçeyi kabul etmiyorum. Doğru olan, açlığa sürüklediğiniz milletimizden özür dileyip sandığı bir an evvel getirmenizdir.
Ayrıca, başka bir şey daha söyleyeyim, bu da önemli bir konudur: Elimde bir tane belge var. İsterseniz Sayın Cumhurbaşkanına da verebilirim.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerinin hepsi şereflidir, hepsi onurludur, haysiyetlidir. Bir milletvekiline "Sen kimsin lan! Alçak!" bilmem ne falan denilerek bir milletvekilinin üzerine yürünmesi -milletvekili benim arkadaşlar, benim- şikâyetini takipsizlik kararıyla sonuçlandıran bir savcıyı bu yüce Meclisimize şikâyet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ORHAN YEGİN (Ankara) - Yürüyen kim?
TAHSİN OCAKLI (Rize) - İstendiği zaman bu belgeleri vereceğim size.
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Nerede yaşandı?
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Rize'de yaşandı, beni tehdit eden bir şirket tarafından.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen tamamlayalım.
TAHSİN OCAKLI (Rize) - Dolayısıyla Meclisin onurunu, Meclisin şeyini her yerde korumak gerekiyor. Bunu, bana yapılmış bir saldırı olduğu için değil, bir milletvekiline yapılmış bir saldırı olduğu için söylemiş oldum ama bunun yanı sıra bir sürü örneği... Örneğin Boğaziçi Üniversitesinde de biz içeriye girmek istediğimizde Boğaziçi Üniversitesinin rektörü de içeri girmemizi özel güvenlik ve polis kuvvetiyle engellemişti. Ona karşı da mesela biz bir soruşturma istediğimizde YÖK ne yazık ki ona karşı soruşturma vermedi. Yani kimlerin korunduğunu söylemek açısından bu tespitleri yapmış olalım.
Bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılarımla.