KOMİSYON KONUŞMASI

KONUR ALP KOÇAK (Konya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, öncelikle hoş geldiniz. Sizi ve şahsınızda tüm Bakanlık heyetini ayrıca tüm Komisyon üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında millî egemenliğimizin, haklarımızın ve menfaatlerimizin korunması için ölümü göze alarak mücadele eden, şehadetlerle sınansa da yığılmayan kahraman ordumuza, fedâkarca çalışan tüm savunma ve güvenlik teşkilatı mensuplarımıza minnettarlığımızı ifade etmek istiyorum. Vatan uğrunda şehit düşen tüm kahramanlarımıza Allah'tan rahmet niyaz ediyor, şehit ailelerine ve gazilerimize esenlikler diliyorum.

Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; uluslar arası sistem İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dengelerin hızla çözülmeye başladığı, büyük güç rekabetinin sertleştiği ve bölgesel çatışmaların daha çetrefilli hâle geldiği kaotik bir dönemden geçmektedir. ABD-Çin rekabetinin küresel sistem üzerindeki baskısı, Avrupa'nın güvenlik mimarisindeki belirsizlikler, Rusya'nın yakın çevresinde yürüttüğü agresif hamleler, Orta Doğu ve Afrika'da körüklenen vekalet savaşları uluslar arası norm ve kurallara dayalı düzenin sarsılmasına yol açmaktadır. Bu durum şüphesiz ki Türkiye için güvenlik tehditlerinin çeşitlendiği, çok katmanlı ve riskli bir ortam üretmektedir. Bu kaos döneminin en çarpıcı özelliklerinden biri küresel sorunların bölgeselleşmesi ve bölgesel sorunların küreselleşme eğilimidir. Enerji güvenliği, gıda arzı, kritik madenler, göç yönetimi, siber güvenlik gibi alanlarda yaşanan gelgitler devletlerin savunma kapasitesine doğrudan etki etmektedir. Dolayısıyla modern savunma politikası yalnızca askerî kuvvetin idamesi değil aynı zamanda ekonomik dayanıklılık, teknoloji üretimi, lojistik derinlik ve siyasi istikrarın sürdürülebilirliğinin aynı anda temin edilmesini gerektirmektedir. Bu çalkantılı dönemde zirve yapan İsrail'in uluslararası hukuku tanımayan yayılmacı ve saldırgan politikaları sadece Filistin halkını değil bölgesel istikrarı da tehdit eden bir güvenlik riski hâline gelmiştir. Gazze'de uygulanan devlet terörü ve işlenen soykırım bölgedeki tüm dengeleri sarsmış, Orta Doğu'da geniş çaplı bir çatışmaya zemin hazırlayacak dinamikleri harekete geçirmiştir. İsrail'in kontrolsüz militarizmi hava, deniz, kara unsurları üzerinden bölgesel düzeyde agresif bir caydırıcılık inşa etme girişimine dönüşmüştür. Türkiye'nin yakın çevresindeki istikrarsızlıklara karşı daha hazırlıklı olması ve proaktif davranması artık tercihten öte stratejik bir zorunluluk hâline gelmiştir.

Diğer yandan, Doğu Akdeniz ve Ege'de Rum-Yunan ikilisinin sistematik provokasyonları güvenlik alanındaki diğer tehdit başlıklarından biridir. Yunanistan'ın maksimalist taleplerini uluslararası norm gibi sunma çabası, Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'deki oldubittileri ve iki tarafın birlikte askerî yığınağa girişmesi Türkiye'ye yönelik uzun vadeli bir kuşatma stratejisinin inşa edilmek istendiği izlenimine sebep olmaktadır. Bu süreçte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Kıbrıs Türklüğünün egemenliğini yok sayan Rum-Yunan yaklaşımı hem adada hem de denizlerde bölgesel barış ve istikrarı açıkça tehdit etmektedir. Uluslararası sistemdeki belirsizliklerin derinleştiği bu dönemde mevcut tehditlerin ciddiyeti ve gelecekte karşımıza çıkması muhtemel risklerin niteliği dikkate alınırsa ordumuzun neden teyakkuzda olması gerektiği anlaşılacaktır.

Türkiye'nin yalnızca güvenliğinin değil egemenliğinin, bölgesel etkinliğinin ve stratejik bağımsızlığının başlıca teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin caydırıcılığını, teknoloji seviyesini, reaksiyon hızını ve operasyonel kabiliyetini artırması bir tercih meselesi değil zorunluluk hâli olarak değerlendirilmelidir. TSK'nin caydırıcılığı sadece olası saldırıları bertaraf edecek bir güç değil aynı zamanda Türkiye'nin diplomatik kapasitesini, uluslararası alanda müzakere gücünü ve manevra kabiliyetlerini de belirleyen bir çarpan etkisi görmektedir. Savunma sanayisindeki millîleştirme hamlesinin ilerletilmesi, Hava Kuvvetlerinin modernizasyonu, KAAN, HÜRJET, Çelik Kubbe ve KIZILELMA gibi önemli projelerin bir an evvel tamamlanması İHA, SİHA ekosisteminin geliştirilmesi, Deniz Kuvvetlerinin mavi vatan doktrini doğrultusunda güçlendirilmesi ve kara unsurlarına yüksek hareket kabiliyeti sağlanması, Türkiye'nin artan güvenlik risklerini etkisiz kılabilmesi için elzemdir.

Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, içinde bulunduğumuz bu kaotik dönemin bir diğer özelliği küresel çapta savunma harcamalarının rekor seviyelere ulaşmış olmasıdır. Dünya genelindeki askerî harcamalar son beş yılda kesintisiz şekilde artarak soğuk savaş sonrası en yüksek noktaya çıkmıştır. NATO'nun Lahey Zirvesi'nde alınan müttefiklerin savunma harcamalarının millî gelirin yüzde 5'ine çıkarılması yönündeki karar güvenlik ortamındaki tehdit algısının ne derece arttığının somut bir göstergesi olmuştur. Bu tablo Türkiye gibi çok boyutlu tehditlerle karşı karşıya bulunan bir ülkenin savunma bütçesini belirlerken uluslararası sistemdeki kırılgan yapıyı, artan riskleri ve ciddi harcamalar gerektiren teknolojik ilerlemeleri dikkate alması gerektiğine işaret etmektedir.

Bu çerçevede, Türkiye'nin millî savunma ve güvenlik sektörüne ciddi miktarda kaynak ayırması kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim, 2026 bütçesinde savunma ve güvenlik birimleri için Savunma Sanayii Destekleme Fonu'na ayrılan kaynak da dâhil 2 trilyon 155 milyar lira ödenek öngörülmüş olması bize göre isabetli bir karar olmuştur. Merkezî yönetim bütçesinin yaklaşık yüzde 11'ine tekabül eden bu kaynağın hem savunma sanayisinde yerlilik oranının daha da yükseltilmesi hem de Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstlendiği görevleri etkin şekilde yerine getirebilmesi açısından gerekli olduğunu değerlendiriyoruz.

Millî Savunma Bakanlığımızın ve ordumuzun bu karmaşık güvenlik sorunları karşısında her açıdan hazırlıklı olduğundan şüphe etmiyoruz. Dünyanın en gelişmiş kudretli ve itibarlı ordularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin kaynağı ve niteliği ne olursa olsun her türlü tehdit ve tehlikeyi bertaraf etme iradesine ve kapasitesine sahip olduğuna inanıyor, DAEŞ ve PKK gibi terör örgütleri karşısında sahada sergilenen başarıların ordumuzun üstün yeteneklerini ve kapasitesini teyit ettiğini düşünüyoruz.

Ordumuzun caydırıcı gücünü stratejik bir öncelik olarak görüyoruz. Hatırlatmak gerekir ki son İsrail-İran çatışması modern savaş ortamında caydırıcılığı belirleyen asıl unsurların yüksek tahrip kapasitesi ve uzun menzil kabiliyeti olan hipersonik hızlara erişebilen ve gelişmiş hava savunma sistemlerinin dahi durdurmakta zorlandığı balistik füze teknolojileri olduğunu göstermiştir. Bu çerçevede, IDEF 2025'te tanıtımı yapılan TAYFUN Blok 4 balistik füzesi, 500 kilometreden fazla menzili olan İHA 300 seyir füzesi ve denizaltılardan atılabilen kapsüllü ATMACA gibi siber saldırılara dirençli, hassas vuruş kabiliyetine ve yüksek tahrip gücüne sahip sistemlerin Türkiye'nin caydırıcılığını çok daha ileri bir seviyeye taşıyacağı kanaatindeyiz. Bu nedenle, Çelik Kubbe Hava Savunma Sistemi'nin yanı sıra orta ve uzun menzilli balistik füze sistemlerinin tamamen yerli ve millî imkânlarla geliştirilmesi, bu stratejik silahların süratle TSK envanterine kazandırılması ve seri üretim kapasitelerinin artırılmasının acil bir ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; ordumuzun imkân ve yeteneklerinin artmasında savunma sanayisinde elde edilen muazzam gelişmenin de ciddi katkısı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Dolayısıyla BAYKAR gibi gurur kaynağımız olan şirketlerin sergilediği üstün başarıları gölgelemeye yönelik ifadeler bizce anlamsız ve hükümsüzdür. Yerlileştirme ve millîleştirme politikaları sayesinde savunma sanayisinde dışa bağımlılığımızın yüzde 20'nin altına gerilemiş olması ve sektörün toplam cirosunun 20 milyar doları aşmış olması kayda değer bir başarıdır. Bununla birlikte, hâlen bazı silah sistemlerinin, ekipman ve mühimmatın yurt dışından temin ediliyor olması sebebiyle rehavete kapılmamamız, yerli sanayicilerimizi daha fazla desteklememiz ve AR-GE faaliyetlerimizi artırarak devam ettirmemiz gerekmektedir. Zira, herhangi bir üründe yurt dışına bağımlı kalınan ve sadece yüzde 1'lik paya sahip olan bir bileşenin geriye kalan yüzde 99'u heba etmesi mümkün olabilecektir. "Mikro bağımlılık" olarak tabir edilen bu durum yerlilikte yüzde 80'lerin üzerine çıkılmış olmasına rağmen ihtiyatlı davranılması gerektiğini, ithalat kaynaklarının ve tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesinin faydalı olacağını ve millî teknoloji hamlesinin kritik önem taşıdığını ortaya koymaya yeterlidir.

Savunma ve havacılık sektörümüzün bu yılın ilk on ayında bir önceki yıla kıyasla yüzde 31 artışla 6,7 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiş olması sektörün küresel çapta rüştünü ispatladığını göstermekte, yerlilik oranı, ciro ve ihracat kalemlerinde daha ileri hedeflerin ulaşılabilir olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sektördeki ürünlerin büyük çoğunluğunun son kullanıcısı olduğu ve ekosistemdeki ihtiyaç ve sorunların giderilmesinde etkin olduğu için Millî Savunma Bakanlığına bu açıdan büyük görevler düşmektedir.

Dünyanın en büyük 100 savunma ve havacılık şirketi sıralamasında Bakanlığınıza bağlı -MKE ve ASFAT dâhil- toplam 5 Türk şirketinin yer alması elbette ki gurur vericidir. Listede kaç şirketimizin yer aldığı kadar önemli olan bir diğer husus ise bu şirketlerin küresel pazar payının ne olduğudur. İlk 100 şirket arasında yer alan yerli şirket sayısının artmasının yanı sıra, sektördeki ihracatımızın ve Türk şirketlerinin küresel pazar payının büyütülmesi için daha fazla çalışmak gerekmektedir. Bu çerçevede, sektörün gelişmesinin önünde risk teşkil edebileceğini düşündüğümüz birkaç hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Sektörün hem ciro hem de ihracat rakamları incelendiğinde, belli başlı ana yüklenicilerin sektördeki payının yüzde 80'ler seviyesinde olduğu, alt yüklenici ve yan sanayi konumunda olan KOBİ'lerin ise yeterince pay alamadığı görülmektedir. Küçük ve orta ölçekteki sanayicinin büyük hacimde sermaye ve insan yatırımı gerektiren bu sektörde ayakta kalabilmesi ve stratejik ürün tedarikini sürdürebilmesi için ana yüklenicilerden alt yüklenici ve yan sanayi firmalarına yeterli büyüklükte ve kârlılıkta iş aktarımı yapılması ve böylelikle dolaylı ciro yaratılması gerekmektedir. Ancak mevcut durumda üretilen dolaylı ciro maalesef arzu edilen seviyenin altında kalmaktadır.

Yerlilik oranının artmasında kritik rolü olan KOBİ'lerin desteklenmesi amacıyla ihracat izin süreçlerinin hızlandırılması, büyük savunma ihalelerinde "offset" yükümlülüklerinin belli bir yüzdesinin KOBİ'lere yönlendirilmesi ve savunma sanayisi KOBİ'lerine özel uzun vadeli ve düşük faizli kredi imkânlarının sunulması gibi tedbirler alınmalıdır. Alt yüklenici ve yan sanayi firmalarının sektör içindeki payının artması için hâlihazırda savunma sanayisi ekosistemi gelişmiş olan Konya gibi şehirlerin sunduğu teknik kapasitenin daha fazla kullanılması da isabetli olacaktır. Ne var ki sektörün İstanbul ve Ankara'da yoğunlaştığı ve sadece bu iki şehirden yapılan ihracatın tüm ihracatın yüzde 80'ini teşkil ettiği görülmekte, üretim ve ihracat bakımından coğrafi çeşitlendirmenin yeterince sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Oysa savunma ve havacılık sektöründe en çok ihracat gerçekleştiren 4'üncü şehir olan Konya gibi bazı Anadolu şehirlerinde ana yüklenicileri teknik ve ekonomik açıdan büyük fırsatlar beklemektedir. Örneğin ASELSAN silah sistemleri tesisinin de yer aldığı Konya Teknoloji Endüstri Bölgesi, savunma sektörünün yatırımları için çok cazip imkânlar sunmaktadır. Ayrıca katı roket yakıtları, yakıt bileşenleri, antioksidan bileşikler, barut ve yeni nesil patlayıcıların üretilmesi gibi hususlarda önem arz eden ancak büyük oranda yurt dışına bağımlı olduğumuz enerjetik malzemelerin yerli ve millî imkânlarla geliştirilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinin istifadesine sunulabilmesi için AR-GE faaliyetlerinin artması gerekmektedir. Bu çerçevede, Konya'da yer alan Necmettin Erbakan Üniversitesi bünyesinde kurulması teklif edilen enerjetik malzeme araştırma merkezinin önemli bir ihtiyaca cevap vereceğini değerlendiriyor ve bu projenin 2026 Yatırım Programı'na dâhil edilmesi hususunda Bakanlığınızın desteklerini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Bakanım, asker olsun sivil olsun tüm Bakanlık çalışanlarınızın mümkün olan en yüksek mali ve sosyal imkânlardan yararlanması gerektiğine inanıyoruz. Bu kapsamda, çeşitli vesilelerle Türk BÜRO-SEN tarafından Bakanlığınızın yetkililerine iletilmiş olan Bakanlık personeline ilişkin bazı talepleri takdirlerinize sunmak istiyorum. Öncelikle, 657 sayılı Kanun'da yapılacak değişiklikle savunma hizmetleri sınıfının ihdas edilmesini gerekli görüyoruz. Bakanlığınızda bu konuda bir çalışma yürütüldüğünü öğrenmiş olmaktan memnuniyet duyuyor, bu konudaki desteğiniz için teşekkür ediyoruz.

Bunun yanı sıra, Bakanlığınız ve kuvvet komutanlıklarının kadrolarında görevli devlet memurlarına yönelik savunma hizmetleri uzmanlığı kurum içi özel sınavının açılması, yine bu gruptaki personele 2012'de kaldırılan hizmet tazminatının yeniden verilmesi, lojmanlardan daha fazla faydalanma imkânının sağlanması, yıpranma payı, giyecek yardımı ve silah taşıma yetkisi verilmesi, üniformalı personel ile devlet memurları arasındaki protokol münasebetlerinin düzenlenmesi, görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavı kapsamında açılan kadroların hâlen vekaleten ve görevlendirmeyle yürütülen kadrolar da dikkate alınarak artırılması gibi hususlarda Bakanlığınızın gerekli adımları atacağına inanıyoruz.

Daha müreffeh bir hayat sürdürmeyi hak ettiklerine samimiyetle inandığımız şehit yakınları ve gazilerin rütbesi, unvanı ve görevi ne olursa olsun tüm TSK mensupları ve emeklilerinin mali ve sosyal haklarına ilişkin düzenlemelerin hayata geçirilebileceği kanaatindeyiz. Bu çerçevede, binbaşı ve astsubaylarımızın tazminat taleplerinin karşılanması, sözleşmeli erbaş ve erler ile uzman erbaşların kadroya geçirilmesi beklentisinin giderilmesi için bazı adımlar atılabileceği kanaatindeyiz. Ayrıca, aziz şehit ve gazilerimize duyduğumuz sonsuz minnet ve saygının bir gereği olarak şehit yetimlerinin tamamına kamuda istihdam hakkı verilmesi, gazilerimizin kendisi dışında bir yakınına daha istihdam hakkı tanınması, şehit yakınlarına sağlanan ÖTV'siz araç alma hakkının gazilerimizi de kapsayacak şekilde genişletilmesi, şehit ve gazi çocuklarının tüm eğitim masraflarının devletimiz tarafından karşılanması ve bu gençlerimizin öğretim hayatları boyunca kamuya ait yurtlardan ücretsiz faydalanması gerektiğini savunuyoruz. Son olarak, terörle mücadele sırasında yaralanmış olmalarına rağmen malul sayılmayan kahramanlarımıza gazilik unvanı ve şeref aylığı verilmesi suretiyle bu mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğini ve bu doğrultuda hâlihazırda yürütülmekte olan kanun teklifi çalışmasına Bakanlığınızdan destek beklediğimizi belirtmek istiyorum.

Sözlerime son verirken yaklaşık kırk yıldır sosyal, ekonomik, insani ve siyasi açıdan ağır maliyetlere sebep olan terörün hayatımızdan kalıcı olarak sökülüp atılmasıyla birlikte ülkemizin gündeminden geri dönüşü olmayacak şekilde çıkması; birlik, beraberlik ve kardeşlik hukukumuzun güçlenmesi ve nihayetinde "Terörsüz Türkiye" hedefine ulaşılmasına yönelik kararlılığımızı ifade etmek istiyorum.

Sunumunuzda bahsini ettiğiniz Türk milletinin huzur ve güvenliğini temin amacıyla yürüttüğünüz gayretli çalışmalar ve sergilediğiniz üstün başarılar dolayısıyla size ve şahsınızda tüm Bakanlık personeline teşekkürlerimizi sunuyorum.

Bu düşüncelerle Bakanlığınızın 2026 bütçesinin şimdiden hayırlı olmasını diliyor, herkesi saygıyla selamlıyorum.