KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, Sayın Jandarma Genel Komutanı ve görev arkadaşları ve basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

İçişleri Bakanlığının ve bağlı kurumların bütçelerini görüşüyoruz. 2002 yılından günümüze kadar olan süre içerisinde AKP hükûmetlerinde sırasıyla Abdülkadir Aksu, Beşir Atalay, İdris Naim Şahin, Muammer Güler görev yaptılar. Tabii, bu arada, 2007 ve 2011 seçimlerinde yasal olarak seçime giderken istifa eden İçişleri, Ulaştırma ve Adalet bakanlarının yerine kısa süreyle görev yapan bakanları saymazsak, Abdülkadir Aksu, Beşir Atalay, İdris Naim Şahin, Muammer Güler. 17-25 Aralık operasyonundan sonra yapılan kabine değişikliğinden sonra da Sayın Efkan Ala İçişleri Bakanlığına getirildi. Aslında kriz dönemleri hariç, stratejik dönemler hariç, kabineye genel olarak dışarıdan bakan atanmadığıyla ilgili bir gelenek var fakat AKP hükûmetleri döneminde maalesef Parlamento dışında bakan atamalarına sık sık rastladık, Sayın Efkan Ala bunlardan biri, Sayın Numan Kurtulmuş, Sayın Davutoğlu da bunlardan biri.

Görülüyor ki, önümüzdeki dönem 2015'te yapılacak olan seçimlerden sonra, Sayın Efkan Ala'yı herhâlde Erzurum'dan, Sayın Numan Kurtulmuş'u, belki de bugün MİT Müsteşarlığını yapan MİT Müsteşarını, belki de Sayın Cumhurbaşkanının ailelerinden kimilerini de önümüzdeki dönem Parlamentoda belki kabinede görme şansımız olacak.

BAŞKAN - Siz AK PARTİ'nin listelerini yapmaya başladınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Şimdi, şöyle, Sayın Ala'nın dışarıdan bakan olarak atanmasının tabii ki bir perde arkası mutlaka vardır. Yani, 320 kişilik devasa bir güce sahip Parlamentoda mutlak bir çoğunluğa sahip olan AKP Grubu içerisinde, hemen karşımızda oturan arkadaşlarımızın her birinin bu Bakanlığı en iyi şekilde götürecek, en iyi şekilde yapacak arkadaşlarımızın olduğundan zerre kadar hiçbir endişem ve kuşkum yok ama özel olarak, Mülkiyeli olmayan ama İstanbul Siyasaldan mezun, Batman Valisi, Diyarbakır Valisi, çeşitli illerde ve ilçelerde kaymakamlık, vali yardımcılığı yapmış, daha sonra Başbakanlık Müsteşarlığı yapmış birinin İçişleri Bakanlığına getirilmiş olmasının bir kıymetiharbiyesinin olduğu muhakkak. Peki, neden, niçin? 320 kişilik AKP Grubunda bakanlık yapacak Mülkiyeli veyahut da vali, kaymakam, hukukçu yok da özel olarak neden seçildi? Demin de söylediğim gibi bunun bir kıymetiharbiyesi var çünkü Sayın Başbakan, bazı stratejik noktalara, özel olarak kendisine karakutuluk yapacak, kendi sırlarını özel olarak paylaşacak, dışarıya ser verip sır vermeyen bir kadroyu işbaşına getirmek istiyor; bunlardan bir tanesi de Sayın Efkan Ala. Tabii ki olmaz mı? Olur, oluyor ama Sayın Efkan Ala'nın bu yükselişleri tabii ki bir tesadüf değil, Sayın Başbakanla olan yakın ilişkileri. Ama, yaklaşık olarak on iki yıllık bu Başbakanlık süresine baktığımızda da, örtülü ödeneğin yaklaşık 6 milyara varan bir harcamada, herhâlde bunun da harcama kalemlerini en iyi bilenlerden biri giden Başbakan, biri de Sayın Efkan Ala veyahut da biri de paranın çeklerini yazan üçüncü bir kişinin dışında hiç kimse... Türkiye Cumhuriyeti'nin doksan yıllık döneminde 6 milyar lirayı örtülü ödenekten harcayan bir başka siyasi iktidar bugüne kadar gelmedi ve bu da ne yazık ki 3 kişi arasında bilinen bir gerçek arkadaşlar.

Şimdi, değerli arkadaşlar, özellikle Kürt sorunu Türkiye açısından yakıcı bir sorun, önemli bir sorundur, Türkiye'nin kısa sürede çözmesi gereken önemli sorunlardan bir tanesidir. Kürt sorunu ne inkârla ne de isyan politikalarıyla çözülebilecek bir sorun değildir; bu sorun Türkiye'nin, 75 milyon insanın sorunudur ve derdidir. Görüşmeler yapılıyor, birtakım planlamalar yapılıyor ama bunların hiçbirisini giden Sayın Başbakandan -mevcut Cumhurbaşkanı- mevcut Başbakan, Sayın Beşir Atalay, MİT Müsteşarı, Efkan Ala veyahut da 3-5 kişinin dışında Türkiye Büyük Millet Meclisine, 550 milletvekilimiz, hiçbirimiz, AKP milletvekilleri de dâhil olmak üzere, en son Afyon'da yapılan toplantının dışında, hiç kimse bir şey bilmiyor. Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren, can yakıcı olan bir sorunun sadece 3-5 kişi tarafından planlanması ve 3-5 kişi tarafından yönetilmesi kabul edilebilir bir iş değildir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bununla ilgili kapalı oturumların yapılması, yapılan görüşmelerin perde arkasının tüm siyasi partiler tarafından bilinmesi ve muhalefet partileri tarafından da bunun paylaşılması ve atılacak adımların Parlamento çatısı altında 550 milletvekilinin, hatta yetmez, dışarıda bulunan, Parlamentoya giremeyen siyasi partilerin temsilcilerinin de olabileceği bir toplantıda konuşularak Kürt sorunuyla ilgili atılacak adımların ve çözüm süreciyle ilgili adımların birlikte konuşulması ve tartışılmasının çok daha doğru olduğunu dile getirmemize rağmen ama bugün Türkiye'nin en önemli can yakıcı sorununu ne yazık ki 5-6 kişinin dışında hiç kimse bilmiyor ve bilemiyor. Bu doğru mudur? Asla doğru değildir. İster istemez nelerin verildiğini, nelerin alındığını bilemiyoruz. AKP Hükûmetinin her seçim döneminde bunu tırmandıran ama seçimi aldıktan sonra bunu soğutup buzdolabına koyan bir politika izlediğini çok açık ve net biliyoruz. Şimdi, 2015 seçimlerine giderken, yine anaların gözyaşları üzerinde "Bu sorunu ben çözerim, biz çözeriz." politikasıyla 2015 seçimlerini götürmek, 2015 seçimlerinde yine 1'inci parti çıkmak, Parlamentoda mümkünse Anayasa'yı değiştirecek veyahut da Anayasa'yı referanduma götürecek çoğunluğa erişmek için yeni politikaları, yeni patikaları dizmekle meşgul. Bu oyuna gelmemek lazım, Kürt sorunu Türkiye'nin en önemli sorunudur, 75 milyonun sorunudur, bu gizli pazarlıklarla, kapalı kapılar arkasında yapılacak görüşmelerle çözülecek bir sorun değildir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, geçtiğimiz yıl yaşadığımız haziran veyahut da Gezi olayları diye adlandırdığımız olaylar... Taksim Meydanı'ndaki düzenlemeyi düşünün. Buna benzer olaylar birçok ülkede meydana geldi arkadaşlar ama o ülkenin insanları, başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanları çıktılar, "Biz toplumdan mesajı aldık, gereken yapılacaktır." dediler ve derhâl, hemen oradaki eylemler ve etkinlikler sona erdirildi ama bizim ülkemizde Başbakan sanki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıymış gibi sürekli insanları tahrik eden ve sürekli insanların sokağa dökülmesini teşvik eden ve bunun sonucunda 7-8 genç arkadaşımız Gezi veyahut da haziran olaylarında hayatlarını kaybetti arkadaşlar. Bunun sorumlusu bugün Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde oturan Sayın Cumhurbaşkanı ve o dönemde orada ona hizmet eden, servis eden ve bugün İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Efkan Ala'dan başkası değildir arkadaşlar. Dolayısıyla, Gezi olaylarında ve haziran olaylarında kaybettiğimiz, hayatını kaybeden Sarısülük'ten Ayvalıtaş'a, Ali İsmail Korkmaz'dan Berkin Elvan'a varıncaya kadar onların hayatlarını kaybetmesinin sorumluları ve yetkilileri bugün burada, karşımızda oturuyor arkadaşlar. Ben Sayın Bakanın soğuk ve donuk yüzünü görünce, 11 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkan Uğur Kaymaz'ı hatırlıyorum arkadaşlar, aklıma o geliyor. Ben Sayın Bakanın soğuk ve donuk yüzünü görünce...

BAŞKAN - Sayın Çam, nasıl ifade bunlar ya?

MUSA ÇAM (İzmir) - ...Uludere'de hayatını kaybeden 19'la 21 yaşındaki arkadaşların, çocukların simaları ve vücutları gözümün önüne geliyor. Ben Sayın Bakanın soğuk ve donuk yüzünü görünce, Reyhanlı'da öldürülen kişiler benim aklıma geliyor arkadaşlar. Dolayısıyla, Sayın Bakanın o koltuğa oturmasının gizemli bir yönünün olduğunu da biliyoruz ama bu bir tesadüf değil tabii. Devlet bürokrasisinde en iyi kadrolaşmayı yapan Hasan Celal Güzel döneminden sonra, İstanbul siyasaldan mezun olan 87 kuşağı, Sayın Bakanın da dönem arkadaşları olanlar, bugün Türkiye'de birçok ilin valisi, kaymakamı veyahut da mülki idare amiridir arkadaşlar. Bu, Türkiye'de özel bir örgütlenmenin bir sonucu olarak da karşımıza çıkıyor.

Sözlerimi şöyle toparlamak isterim: Değerli arkadaşlar, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar ve bu kararlara uyulmamış olması... Benden sonra çok değerli yargıç arkadaşımız Sayın Rıza Türmen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - ...mutlaka bunları çok daha geniş bir şekilde dile getirecektir ama şunları da söylemek isterim: Özellikle, bir devlet terörünün yaşandığını, 2911'in ihlal edildiğini, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin polis tarafından sürekli ve sürekli ihlal edilerek insanların hak arama özgürlüğünün ellerinden alındığını, en basit sendikal örgütlenmelerin, basın açıklamalarının, mitinglerin sabote edildiğini, polis tarafından yasaklarla engellendiğini her seferinde görüyoruz. Her 1 Mayıs bir kâbus oluyor arkadaşlar. Dünyanın her tarafında 1 Mayıslar o kentin en önemli merkezlerinde ve meydanlarında yapılır. Taksim 1977'den beri 1 Mayıs alanıdır arkadaşlar ama her 1 Mayıs gelişinde mutlaka 1 Mayısın ara sokaklarda yapılması için veyahut da o demokratik kitle örgütlerine, meslek örgütlerine, sendikalara sorulmadan bazı yerlerin tespit edilerek orada yapılmaya mecbur edilmelerini, kabul etmek mümkün değildir.

Ama, özellikle altını çiziyorum -Sayın Ala burada- Sayın Ala İçişleri Bakanı olduğundan beri artık Türkiye'de emniyet güçleri ve valilikler toplumsal olayları şiddetle çözmek için, şiddetle bastırmak için elinden gelen bütün çabayı ve gayreti göstermektedir arkadaşlar. Kırk üç yıllık siyasi yaşamımda böyle kötü bir dönemi yaşamadım arkadaşlar. Her dönem böyle olmuştur ama Sayın Ala dönemindeki gibi şiddetin doruklara çıktığı, zirve yaptığı bir dönem de görülmemiştir arkadaşlar, bunu da Sayın Bakanın yüzüne burada söylemek istiyorum. Tabii ki, bu işi yapan polis arkadaşlarımızın hiçbir suçu, günahı yok; onlar emir kulu, talimat yukarıdan geliyor. Ne diyor Sayın Bakan? "Mislinin daha fazlasını yapacağız, yaptıracağız, talimat vereceğiz güvenlik güçlerine." diyor. On iki saat, on altı saat çalışan o polis kardeşlerimiz bu talimatlar ve emirler karşısında vur deyince öldürüyorlar; biber gazından copuna, TOMA'sından neyine varıncaya kadar her türlü ağır silahı kullanıyorlar ve insanlar hayatlarını kaybediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum, son cümlelerim.

Değerli arkadaşlar, burada, koridorda görevli olan polisler var, kapılarda bekleyen polisler var. Bugün için maaşları yüksek ama emekli olduklarında emekli maaşları çok düşük Sayın Bakan. 3600 ek göstergeyi polis arkadaşlar bekliyor. Zaman zaman karşılaştığımızda polis arkadaşların söylediği tek şey var: "Gelmiş geçmiş, 30 hükûmet geçmişse 30 hükûmet de bunu söyledi ama hiçbiri yapmadı." Bu kadar kötü işin içerisinde polis arkadaşlarımızın şu 3600 göstergesini bu Parlamentonun 24'üncü Döneminde çıkartalım.

52 bine yakın muhtarımız var; geçen dönem iyi bir iş yapıldı, asgari ücret bağlandı ama birçoğu sosyal güvencesini cebinden ödüyor, giderlerini onlar ceplerinden karşılıyor. Muhtarların sosyal güvenlik primlerinin İçişleri Bakanlığının bütçesinden karşılanması gerekiyor.

Bütün Avrupa'da polislerin sendika hakkı var Sayın Bakan. Polisler sendika kurdu ama onu kapatıyorsunuz, onların yöneticilerini yargılıyorsunuz, mahkemelere veriyorsunuz, görevden alıyorsunuz, sürgüne gönderiyorsunuz, memuriyetlerine son veriyorsunuz. Demokratik ülkelerde polislerin sendika kurma hakkı vardır ve bu hakkı da sonuna kadar kullanmaları gerekiyor.

Kaymakamlar bugün için iyi bir ücret alıyor ama emekli olduktan sonra emekli maaşları çok düşüyor, onların da gösterge sayısının mutlaka yükseltilmesi gerekir. Aksi hâlde, kaymakamlar da emekli olduklarında çok düşük emekli maaşı almaktadır, bu yüzden onun da 6400'e çıkartılması gerekiyor.

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bu konuyla ilgili son sözüm de: Önümüzdeki dönemde, herhâlde, TSK, Emniyet, MİT ve Jandarma bir başka bakanlık adı altında, "millî güvenlik bakanlığı" diye bir başka bakanlık kurulacak... O bakanlığın başına da, tahmin ederiz ki, önümüzdeki dönem Parlamentoya taşıyacakları MİT Müsteşarı gelir diye düşünüyorum.

Ben sözlerimi burada sonlandırıyorum. Soru kısmında sorularımı soracağım.

Teşekkür ediyorum.