KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET ATMACA (Bursa) - Sayın Başkan, Kıymetli Komisyon üyelerimiz, Çok Değerli Bakanım ve Bakanlık yetkilileri; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Bu bütçenin hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Tabii, ben de birçok milletvekilimiz gibi deprem bölgesinde yapılan çalışmaları büyük oranda takdir ediyorum ancak verilen sözler ile gerçekleşen arasında ciddi farklar var, bir de bu işin tamamen siyasi polemik konusu edilmesi son derece rahatsızlık verici çünkü orada hâlâ devam etmekte olan birçok sorunun örtülmeye çalışıldığını görmekteyiz. Hem teslim edilen konutların oturma şartlarını haiz olunmadığı hâlde teslim edildiği ve teslim aldığı görünen insanların konteynerlerinden çıkarılmak zorunda kalışları orada ciddi sorunlar oluşturmaktadır ama yine, buna rağmen, bu kadar zamanda, bu kadar büyük yatırımların yapılmış olması organizasyon açısından küçümsenecek bir durum değil. Ancak, tabii, TOKİ ve devlet eliyle şehirleşme gerçekten çok soğuk ve çok insancıl değil yani köyler yaptınız, az evvel gördük, oyuncak gibi yani bir kültür yok, köydeki o eski yaşamı yansıtan, farklılığı ortaya koyan bir kültürel etki yok. Tek tip, soğuk bloklar; bu, son derece rahatsız bir yapılanma şekli ve maalesef, TOKİ de her yerde benzer mimarileri, çok soğuk mimarileri kullanır ve bugün nerede uygulama varsa, gidin, gezin, görün "Bunu TOKİ yapmıştır." diye hemen tahmin edebiliyorsunuz. Yani, üzülerek bir benzetme yapmak istiyorum, belki abartı ama eski Doğu Bloku ülkelerindeki komünist rejimlerin insanlara barınma amaçlı yaptıkları şeylere benziyor. O yüzden biraz daha sosyal ve farklılıkları koymak gerekiyor.

Tabii, ben, TOKİ'nin ve Bakanlığınızın maalesef bir konut yapma bakanlığına döndüğünü görmekteyim çünkü en büyük icraatlarınız ve yatırımlarınız bunlarla ilgili. Hâlbuki böyle bir vazifenizin olmadığını ben düşünüyorum. 500 bin konut vaadiniz var; ben, bu, övünülecek bir şey değil utanılacak bir şey diye düşünüyorum. Evet, korkunç bir konut ihtiyacı var; neden? Çünkü insanımız kendi imkânlarıyla konut sahibi olamıyor. Eskiden, çalışan insanlar yani emekli olana kadar ya da emekli olduğunda ev sahibi olabiliyordu; artık bir çalışanın ya da bir emeklinin kendi imkânlarıyla ev sahibi olabilme hayali dahi kalmadığı için devlet böyle bir yatırım yapma mecburiyetinde kalıyor. Bu, övünülecek değil, bana göre utanılacak bir şey. Bir de, bu projeye, 500 bin konuta 5 milyondan fazla insanın başvurmuş olmasını da burada hani övünülecek bir şey gibi anlatmanıza şaşırdım, ben olsam utanırdım çünkü sonuçta bunlar sosyal konut. Devletin büyük ölçüde final finanse etmesi ve insanları kolay ödeme şartları sağlayarak ev sahibi edindirmeye çalışması, yaşanmakta olan ekonomik darboğazı en iyi şekilde anlatan bir durumdur. Ben Bakanlığınızın bu konut yapma sevdasından vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum, insanların ve müteahhitlerinin önünü açmasını tavsiye ediyorum. TOKİ resmen yerel müteahhitlerle rekabet eder hâle gelmiştir. Bu, hem sosyal yapıya hem kültüre hem oradaki yerleşime bana göre olumlu bir katkı vermiyor.

Tabii, "Şehircilik Bakanlığı" deniyor ama şehircilik yaklaşımlarınız son derece yanlış; tamamen rant amaçlı. Şehircilikte öncelikle bir tasarım gerekiyor. Hiçbir tasarım olmadan, nasıl bir kent elde etmek istediğimizi tasarlamadan talep üzerine ya da rant temin edilebilecek alanlarda bir kısım uygulamalar oluyor. Ben özellikle "kentsel dönüşüm" kavramına hep karşı çıktım çünkü 2012 yılında bu kanun çıktığı zaman riskli yapıların ve alanların dönüştürülmesi kanunu olarak çıktı. Bunu bir şekilde "kentsel dönüşüm" kavramına çevirdiniz. Ya, kentsel dönüşüm, kentsel sorunların çözülebilmesi adına uygulanması gereken bir metottur ama siz, yaptığınız uygulamalarla tam aksine kentsel ihtiyaçları -efendim, yoğunluğu arttırdığınız için- kentsel sorunları artırıyorsunuz. Bu uygulamalardan mutlaka vazgeçmeniz gerekiyor.

Tabii, bu, kentsel dönüşüm uygulamalarında da rezerv alan konusu son derece istismar edilmiş bir konudur. Rezerv alandaki temel mantık şuydu: Riskli alanların taşınacağı alanlar olarak öngörülmüştü ama ancak şu anda yeni konut inşa etme alanları olarak istenen değerler maalesef rezerv alan diye ayrılabiliyor. Yine, rezerv alan seçiminde meskûn mahal olmasına dikkat edilmiyor, rezerv alanı içerisinde riskli olmayan yapıların olmasına dikkat edilmiyor; tarım alanı ya da orman alanı olması bile maalesef rezerv alan olarak ayrılmasına engel değil. Bu, son derece istismara ve kötü kullanıma açık bir durumdur. Zaten bu konu yasalaşırken de biz benzer düşüncelerimizi ifade etmiştik.

Kentsel dönüşümle ilgili gerçekten sizlerden ricamız, özellikle teknik ekip ve kadro bakımından zayıf olan illerimizde önce bir kentsel tasarım yaptırın ve oradaki kültürü, sosyal yapıyı yaşatacak önce tasarımlar, sonra bu tasarımlara bağlı dönüşüm yapın. Yalnız kentsel dönüşümü depremi gerekçe göstererek yapmış olmanız ayrı bir vahamettir çünkü maalesef, hâlâ deprem anında çökme riski olan yapıların dönüştürülmesinde bir önceleme yoktur. Biz Hatay depreminde gördük, Hatay'da "tasarım depremi" diye ifade ettiğimiz depremin en az 3 katı büyüklüğünde bir deprem olmasına rağmen deprem anında can kaybına sebebiyet verecek yıkımların meydana geldiği bina miktarının yüzde 10'u geçmediğini biliyoruz. Bizim o yüzden, şu an bütün riskli yapılanımızı, hasarlı yapılanımızı dönüştürebilecek kadar ekonomik gücümüz olmadığı için can kaybına sebebiyet verecek yapıların tespit edilerek bunların öncelikle dönüştürülmesi, öncelenmesi lazım ama maalesef, bu konuda hâlâ hiçbir çalışma yok, tamamen milletin talebi ya da kamunun bir kısım yeni yerleşim alanları oluşturma adına yaptığı uygulamaları var hep. Bugün Bursa'da ve özellikle İstanbul'da yakın tarihte deprem bekleniyor. Ha, tabii ki Hatay'daki gibi tasarım depremi üzerinden bir deprem beklenmiyor belki ancak tasarım depreminde bile yıkılma olasılığı olan o kadar çok bina var ki öncelikle bunların tespit edilerek dönüştürülmesi esastır. Bu kentlerde beklenen yıkım oranı yüzde 5'ler civarındadır. En kötü bu yüzde 5'i bularak dönüşmeye başlamalıyız ki depremde benzer manzaraları ve can kayıplarını yaşamayalım. Ben bu konunun yani deprem korkularının istismar edildiğini ve bunu istismar ederek rant üretildiğini düşünüyorum ve maalesef sizin Bakanlığınızın özellikle konut yapma konusundaki hevesi ve arzusu bu alanda da ortada.

Deprem bizim en önemli gerçeğimizdir, Bakanlığınızın bu konuda ciddi bir çalışması maalesef yok. Yani bizim aslında şu an elimizde ciddi bir veri tabanımız var; hangi şehrimizde en riskli alanlar nerelerdir? En riskli yapı stoğu hangi alanlarda var? Bu alan daraltmasıyla bizim, en çok hasar alabilecek bölgeleri tespit etme ve bunlarda dönüşüm yapma imkânımız varken maalesef böyle bir çalışma yok.

Tabii, yine planlamayla ilgili çok büyük sorunlarımız var. Bakanlığınızın plan yapma yetkisi var, yerel belediyelerde istedikleri planı çıkartamayan birçok kişi ve kuruluşun Bakanlığımız vasıtasıyla planlar çıkardığına şahit oluyoruz. İşte, örneğin Bursa'mızda bir sanayi bölgesi inşa edilmeye çalışılıyor, planlanmaya çalışılıyor maalesef, Bursa'da mevcut organize sanayi bölgeleri yeterince dolmadığı için yeni bir organize sanayi bölgesi açmaya kanunen imkân olmadığı için "TEKNOSAB" adı altında teknolojik yatırımlar için bir alan açıldı ve bu yetmedi, şimdi yeni bir organize açılma çabası var. Bunun, köylünün malını gasbederek bir kısım çevrelere rant kazandırma dışında başka hiçbir katkısı yok. Bursa'da mevcut sanayi alanları içerisinde hâlâ bir sürü boş arsa varken yeni sanayi alanlarının açılması doğru değil. Zaten sanayileşmeyle birlikte artacak nüfus da hem kentsel sorunları hem çevre sorunlarını artıran bir durumdur. Bursa gibi bir kentte bugün su sorunu yaşıyoruz. Evet, kuraklık, iklim değişikliği gibi sorunlar var ama bunun esas sebebinin artan nüfus olduğunu ve artan sanayileşmenin olduğunu da bilmek gerekiyor. Yoksa Bursa'daki su kaynaklarımız azalmış değil ancak su tüketimi çok çok fazla arttı, sanayi korkunç derecede suyu kirletiyor ve tüketiyor. Az evvel Sayın Vekilimizin ifade ettiği gibi atıkları tamamen kontrolsüz, Nilüfer Çayı tam bir rezillik, ona mutlaka müdahale edilmesi gerekiyor. Uzun yıllardan beri ciddi şikâyetler olmasına rağmen hâlen Nilüfer Çayı'mızla ilgili ve Türkiye'de buna benzer bir sürü çay ve dere var, hiçbir müdahale yoktur. Yine, Trabzon'da Uzungöl turizm bölgesi olmasına rağmen oradaki bütün atıklar dereye akıtılıyor. Bir arıtma tesisi yapılmış ama dört beş yıldır bu arıtma tesisi çalışmıyor.

Yine, Kıymetli Bakanım, yönetmeliklerle ilgili bazı şikâyetlerimiz var. Yangınla ilgili çok yaşadığımız kötü tecrübeler var, bu tecrübeler sizleri aşırı korkutmuş olacak ki artık yangın yönetmeliklerini uygulanamaz hâle getirmiş oldunuz. Birçok sanayi tesisi ve birçok yapı yeni değiştirilmiş yangın yönetmeliğine uygun hâle yapılarını getirme konusunda ciddi bir sorun yaşamaktadır. Bu işin yapılabilir olması, bir yönetmelik hazırlanırken bunun uygulanabilirliğini de dikkate alınarak hazırlanması gerektiği kanaatindeyim. İşte maalesef birçok sanayi tesisinde sırf yangın yönetmeliğinin değişmesinden kaynaklı yangın ruhsatı alınamamaktadır, bunlar için bir geçiş süreci, bir zaman ayrılması gerekiyor tabii ki risk oranları da dikkate alınarak. Yine, Sığınak Yönetmeliği'nden bahsettiniz, Sığınak Yönetmeliği yayınlandığı gün yürürlüğe girdi. Bu, gerçekten çok yanlış bir mantıktır çünkü vatandaş bir sürü para ödemiş, masraf etmiş, proje hazırlamış, ruhsat aşamasına gelmiş; yönetmelik değişti, sil baştan projeye bir daha ruhsat. Yani her yönetmeliğin bir geçiş, bir hazırlanma süreci olması gerekiyor yoksa "Biz yaptık, oldu."yla bu iş olmuyor, bu sefer yönetmelikler zorlanıyor. O yüzden yönetmelikleri uygulayıcıların öncelikle anlamalarını, kavramalarını sağlamak gerekir ki amaca hizmet etsin. Yine, Deprem Yönetmeliği en problemli yönetmeliklerden biridir. Bugün Deprem Yönetmeliği uygulayan inşaat mühendislerinin anlayabileceği ve uygulayabileceği bir yönetmelik değil. Değil lisans, yüksek lisans eğitimi almış bir mühendisin bile o yönetmeliğe göre hesap yapabilmesi mümkün değil, bu akla mantığa sığmaz. Sadece paket programların uygulamış olduğu kolaylıklarla bir kısım uygulamalar oluyor, bu yönetmeliklerin daha uygulanabilir ve uygulayıcılar tarafından anlaşılabilir olması önemli; lütfen bu konuda gerekeni yapın.

Yine, bir revizyon düşünüldüğünü biz biz öğrendik. Bu revizyonda hakikaten teknikten ve uygulanabilirlikten uzak bazı değişiklikler öneriliyor. Ben bu tür yönetmelik değişikliklerinin ilgili uygulayıcılarla görüşülerek ve yapılabilirliği test edilerek çıkartılması gerektiğini düşünüyorum yoksa sırf sorumluluğu üzerinizden atma adına "Biz yaptık, siz uygulayın." demek doğru değil.

Yine, iş ve işçi güvenliğiyle ilgili bir sürü yönetmelik var ama bunların uygulanabilirliği son derece zor ve maalesef kâfi derecede denetimleri de olmadığı için uygulayanlar haksız rekabete maruz kalıyor. Örneğin inşaatlarda iş yeri güvenliği konusu son derece önemli bir konudur fakat yeteri miktarda denetim yapılamadığı için bu yönetmeliklere harfiyen uymaya çalışan müteahhitler, bu yönetmeliklere uymadan çalışan müteahhitlerle maalesef rekabet etme şansları olmuyor. Tabii, yapı denetimleriyle de ilgili çok ciddi sorunlu sorunlarımız var. Yapı denetimlerde özellikle çalışan mühendisler yeni mezun olmuş, iş bulma imkânı olmayan, çok düşük ücretlere çalışmayı kabul eden insanlardan oluşan bir ekip yapı denetim firmaları. Bunlar da maalesef yapıların denetimlerinde son derece problem ve eksiklikler oluştuğunu yaşıyoruz.

Yine, laboratuvarlarla ilgili... Şimdi, yapı denetimleriyle ilgili bir sistem atamasıyla belirleniyor ve bir kısım denetim suistimalleri kısmen engellenmiş oluyor ancak laboratuvarlarda benzer bir durum yok. Müteahhit istediği laboratuvarı seçebiliyor. Bu birçok suistimale sebep oluyor. O yüzden laboratuvarların da biz Bakanlık tarafından atanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda daha evvel bir kanun çalışması olacağı ifade edildiği hâlde maalesef hâlâ somut bir adım yok.

Kıymetli Bakanım, lütfen Bakanlığınızı konut yapma mantığından çıkartıp çevresel etkilere ve planlamaya ama şehirlerin ufkunu açacak şehir planlamalarına yönelmesini ben tavsiye ediyorum. Yoksa, şehir içerisinde rantı yüksek yerlerde bir kısım planlar yaparak projeler üretmek doğru değil. İnşaat sektörünü de ekonomiyi canlandıran bir unsur olarak görmeniz son derece yanlıştır. Bu tür yatırımlar ülke ekonomisine katkı sağlayan yatırımlar değildir. Tam aksine, ülke ekonomisini heba eden yerleridir çünkü yaptığımız konutlar üretim sağlamıyor. Bunlar sadece ihtiyaçları karşılamaya yönelik şeyler. Yoksa, Türkiye ekonomisini güçlendirme adına konut yapmak; bu, ekonomik açıdan izah edilmesi mümkün olmayan bir durumdur.

Ben, neticede, az evvel ifade ettiğim gibi, deprem bölgesinde yapmış olduğunuz çalışmalardan dolayı ben teşekkür ederim ama biraz daha konut sektöründen çıkıp çevre ve iklimle ilgili çalışmalara önem vermenizi isterim.

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun.