KOMİSYON KONUŞMASI

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Bakanlığımızın değerli bürokratları, basınımızın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, ilk önce gerçekten konut stokumuzunda bir artış var ve bu artış AB ortalamasının üzerinde gerçekleşmiş. Yani, son on seneye baktığımız zaman...

Bir dakikanızı rica ediyorum, arkadaşlar bir bakabilir misiniz?

Pardon, çok özür dilerim, kusura bakmayınız.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sorun varsa Vehbi Bey'e söz vereyim.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Hah, yok, tamam.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Tamam mı? Peki.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Kusura bakmayınız gerçekten, nazar değdi son bakanlığın bütçesini tartışırken.

Tekrardan hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, konut stokumuz hızla artıyor, bence bu iyi bir gelişme çünkü herhangi bir ülkenin büyüme dinamiğine baktığınız zaman, gelişmekte olan ülkelerde özellikle, inşaat sektörü ekonominin lokomotiflerinden bir tanesidir. Bizim de şu anda konut sayımız, nüfusa oranla konut sayımız AB ortalamasının üzerinde dolayısıyla inşaat sektörünün bir itici gücü olduğundan bahsedebiliriz. Özellikle inşaat altyapı, taahhüt sektöründe de dünyanın önemli şirketlerini kendi bünyemizde barındırdığımız için de mutluluk duymalıyız. Peki, sorun nerede? Sayın Bakan, sorun burada işte. O kadar fazla konut artmasına rağmen TÜİK rakamları konut sahipliğinin hızla gerilediğini gösteriyor. 2014'ten bu zamana bizim konut sahipliğimiz yüzde 5 azalmış.

Şimdi, neden azalmış, kimlerin azalmış? Ona baktığımız zaman, sağdaki grafiğe dikkatinizi çekmek isterim, medyan gelirin yüzde 60'ının altı bizim "yoksul" dediğimiz, ortasında orta üst gelir, daha sonrasında da yüksek gelirli vatandaşlarımız var. Bakınız, bu, şunu gösteriyor size: Yoksul vatandaşlarımızın konut sahiplik oranı artmış. 2 tane temel problem var burada. Bir, yeni hane halkı yani artık hane halkı statüsünü kazanmış olanlar medyan gelirin yüzde 60'ının altına oluyor, direkt yoksul bir hane halkı olarak sayılıyorlar ve onlar konut sahibi olamıyor. Yani bir vatandaşın en temel haklarından bir tanesi olan barınma hakkını biz yeni hane halkına veremiyoruz. O yüzden de burada konut sahipliği oranının düşmesinin önemli bir kısmı maalesef dar gelirli vatandaşlardan geliyor.

Şimdi, çok basit bir analiz yapalım. Bu, biraz önceki konut sayısının artışından bahsetmiştik. Son on sene içerisinde 5,3 milyon konut yapılmış, güzel bir şey bu ve bizim de ev sahibi sayımız 1,99 milyon artmış, 2 milyon artmış diyelim ama bu da şunu gösteriyor bize: 5,3 milyon konuttan sadece 2 milyon biz ev sahibi yaratabilmişiz, geri kalanı tamamıyla kiracı. Bu, 2 tane sorunu beraberinde getiriyor. Birincisi, yatırım aracı olarak konut her zaman görüldüğü için burada normal şartlarda, iyi işleyen bir ekonomide hisse senedi piyasasında gitmesi gereken, şirketlerin büyümesine, özel sektörün büyümesine gitmesi gereken para vatandaşların tamamıyla konut almasına yol açıyor. Peki, hangi vatandaşlar alıyor? 1 evi, 2 evi, 3 evi alan 4'üncü eve almaya başlıyor. Dolayısıyla, biz şöyle çok basit bir analiz yaptık: Son on sene içerisinde yeni yapılan konutları biz konut sahibi olmayanlara verseydik bizim bugün ev sahipliği, konut sahipliği oranımız bir problem yaratmayacaktı. Bu da çok önemli bir şey. "Neden?" diyecek olursanız, daha fazla konut yaparak konut sorununu çözemeyeceğimizi bizim anlamamız gerekiyor. Ben Yüzyılın Konut Projesi'ne karşı değilim, birazdan bununla ilgili de bir eleştirim olacak ama, ama şunu anlamamız gerekiyor: Türkiye son on sene içerisinde yeterinden belki daha fazla konut yaptı. Temel problem, biz bunu paylaştıramadık ve vatandaşın barınma hakkı daha fazla konut yapmamıza rağmen, Avrupa Birliği ortalamasının üstünde konuta sahip olmamıza rağmen maalesef azaldı.

Şimdi, konuta erişim problemi özellikle burada bir problem. Mesela, bakınız, şimdi, İstanbul'da 100 metrekarelik bir evin fiyatı 331 tane asgari ücrete denk geliyor. Alamazsınız yani bugün 2 asgari ücretli çalışan bir aile bir konut sahibi olamaz, net.

Peki, buradan da Yüzyılın Konut Projesi'ne gelmemiz gerekiyor Sayın Bakan. Ben bu projenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir eleştirim, bir de sorum var; ilk olarak eleştiriyle başlayayım. Şimdi, burası Anadolu Ajansı ve TÜİK'ten aldığımız veriler, sizin de ilan ettiğiniz Yüzyılın Konut Projesi. Şimdi, buraya dikkatinizi çekerim, bence en önemli grafiklerden bir tanesi bu. Dikey eksende ev sahibi olmayan yoksul vatandaşların oranı var hangi bölgelerde dağıldığı. Mesela, bakın, gerçekten de bizim ev sahibi olmayan yoksul vatandaşlarımızın yüzde 10'u İstanbul'da, TR10 İstanbul ama yüzde 8,5'i de Adana-Mersin'de. Şimdi, sizin ilan ettiğiniz Yüzyılın Konut Projesi'nde baktığınız zaman bütün aslan payını yine Trakya ve İstanbul alıyor. Oysa mesela, Adana-Mersin'in çok ciddi bir konut projesi, konut ihtiyacı var. Orada sadece nüfusun yani konut sahibi olmayanların yüzde 10'una siz konut projesi sağlayacağınızı söylüyorsunuz.

Bakın, hep bölgesel kalkınmadan bahsediyoruz bütün şeylerde. Burada Şanlıurfa-Diyarbakır var. Şanlıurfa-Diyarbakır'daki ev sahibi olmayan yoksul haneler bütün Türkiye'nin yüzde 7'sini oluşturuyor. Siz onların sadece yüzde 14'üne kontenjan ayırmışsınız.

İzmir, kendi memleketim, seçim bölgem çok az ve burada şu sonuç çıkıyor Sayın Bakan: Yani biz İstanbul'a devamlı daha fazla yatırım yaparak İstanbul'un sorunlarını kısa vadede çözeceğimizi düşünüyoruz ama orta, uzun vadede şehri yaşanmaz bir hâle getiriyoruz. İstanbul'un sizin için önemini anlıyorum, Türkiye için önemini anlıyorum, Doğu Marmara'nın da önemini anlıyorum fakat biz böyle yaparak, bu tarafa daha fazla konut projesi yaparak İstanbul'un sorunlarını bence çözemeyiz.

Bakınız, bunların hepsi İstanbul, Bursa, Çorlu'dan manzaralar ve biz buraya daha fazla konut yapacağız. Benim bu açıdan... Siz aynı zamanda kentsel planlama, şehir planlamasını da bakıyorsunuz. Bizim yeni şehirler yaratmamız gerekiyor; yeni, daha yaşanabilir şehirler yaratmamız gerekiyor. Mesela ben sizin sunumuzda şunu çok beklerdim; yeni sanayi bölgeleri, sanayi bölgelerinin etrafına lojmanlar, bir emlak sanayi modeli ve emekçilerimizin çok büyük bir konut problemi var, onların o sanayi bölgelerinin etrafındaki lojmanlarla beraber planlandığı bir planlama beklerdim ama bizim, maalesef, burada karşılaştığımız şey zaten problemli olan şehir altyapılarını daha da problemli hâle getirecek.

Bir başka eleştirim daha var Yüzyılın Konut Projesi'yle ilgili: Geçen sene Plan ve Bütçe Komisyonunda da siz demişsiniz Sayın Bakanım, sizin İlk Evim Arsa -1 milyon- Projesi var; daha önce, 2022 yılında duyurduğunuz, benim de desteklediğim bir projeydi fakat burada neredeyse yüz binlerce mağdur olduğu söyleniyor; bize bunlar ulaştılar -sizlere de ulaşmışlardır- ve hepsi kendisine kurada tapu ya da arsa çıkmasına rağmen bunlara kavuşamadığını söylüyor. Ben sizden akşamüstü ya da gece açıklamanızda daha önce Yüzyılın Konut Projesi'ne benzer bir şekilde başlattığınız İlk Evim Arsa -1 milyon- konusunda hangi durumda olduğumuzu duymak isterim.

Şimdi, biraz da iklim değişikliğine gelmek istiyoruz. Yale Üniversitesinin Çevresel Performans Endeksi; bu da bizim dünyada 180 ülke arasında sıralamamızı gösteriyor. Biyoçeşitlilik, hava kalitesi, ekosistem canlılığı, hava kirliliği; bütün bunlarda bizler, maalesef, az gelişmiş bir ülke gibiyiz yani iklim değişikliğine hazır değiliz, havamız kirli, çevremiz kirli; buna daha fazla kaynak ayırmalıyız. Mesela, tekrardan Climate Action Tracker'a bakın, net sıfır hedefine en uzak 10 ülkeden bir tanesiyiz; son derece yetersiz değil, kritik derecede yetersiziz.

Bir şey daha var: Su. Tarım ve Orman Bakanlığı bütçesinde de suya yeterince zaman ayrılmadı, burada da çok fazla ayrılmadı. Ben burada aslında, hani, su stresi olduğunu, susuzluk çekeceğimizi biliyorum ama "su hakkı" diye bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bakın, Sapanca örneğinden bahsedelim; mesela TÜPRAŞ Türkiye'nin en fazla kâr eden şirketlerinden bir tanesi. TÜPRAŞ çok rahatlıkla deniz suyunu arıtıp, deniz suyunu arıttıktan sonra oradan ihtiyacı olan suyu kullanabilir; Sapanca'dan kullanıyor. O su halkın, neden TÜPRAŞ bunu kullanıyor? Ya da başka bir şey daha söyleyeyim size: Biz neden suyu her geçen gün daha pahalıya tüketiyoruz? Mesela, Sapanca Gölü'nden su çeken 7 tane şirket var ve bu 7 şirket bize bunun litresini böyle, bir meşrubattan daha pahalıya satıyor; oysa o halkın. Neden bunlar taahhütlerin de ötesinde su çekiyorlar? Neden Sapanca'da ciddi bir susuzluk problemi olmasına rağmen bizler oradan suyu pahalıya satıyoruz ya da TÜPRAŞ'a kullandırıyoruz? Bir "su hakkı" diye bir şey var ve bizim bunun mutlaka ama mutlaka üzerinde durmamız lazım; susuzluk kadar önemli bir şey olduğunu düşünüyorum.

Bakın, 2023 yılından 2080 yılına kadar Kayseri'den Çanakkale'ye uzanan hatta korkunç bir su stresi var Sayın Bakanım ve 2080 senaryolarına baktığınız zaman -ben yapmadım, World Resources Institute yaptı; kaynak soracak olursanız gösterebiliriz- bakınız, Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu dışındaki tüm bölgeler susuzluk çekecek. O rapor bile neyi söylüyor size, biliyor musunuz? 2080 yılında -biz görmeyeceğiz ama sonuçta siz de sunumunuzda bahsettiniz, biz bu ülkeyi çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağız- 43 ilimiz dünyanın en susuz illeri arasında yer alacak; ya, çok uzağa gitmeyelim, beş sene sonra nüfusun 4'te 3'ü yüksek su stresi yaşayacak. Yani, biz gerçekten problemin farkında mıyız? Neden farkında olmadığımızı da şuradan söyleyeyim Sayın Bakanım: Bakanlığın bütçesine baktığımız zaman hep aynı problemi görüyoruz; sizin buradaki söylemleriniz ile bütçede size ayrılan pay arasında korkunç bir uçurum var. Bakın, şimdi, 2025'te sizin çevre ve iklim değişikliği için ayırdığınız ödenek 13,21'miş; 8,93'ünü kullanmışsınız; 2026 teklifi bunun altında yani bizim çevre ve iklim değişikliğine çok daha fazla kaynak ayırmamız gerekirken bunun altında bir kaynak ayırmışız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Ümit Hocam, süre bitti. Bir dakika veriyorum, buyurun.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Teşekkürler.

Şimdi, sağ tarafınıza bakmanızı rica ederim değerli bürokratlar. Yani, burada iklim değişikliğinden bahsediyorsunuz, sudan bahsediyorsunuz, toprak ve suyun ne kadar önemli olduğuna bakıyorsunuz. Bakın, şimdi, Çevre ve İklim Değişikliği Programı'na 2025, 2026'dan 2028'e kadar bütçe artışından daha az kaynak ayırmışsınız; biz böyle mi mücadele edeceğiz iklim değişikliğiyle?

Bakın, tekrardan devam edeyim: Şehircilik ve afet yönetimi; buna ayrılan kaynak azalıyor. Dolayısıyla, sizin buradaki sunumunuz ile Bakanlığın size ayırdığı bütçe arasında devasa fark var ve ben iki yıldan beri sadece sizin Bakanlığınızın özelinde değil, bütün bakanlıkların özelinde bu probleme dikkat çekiyorum. Sizin sunumunuz ile merkezî yönetim bütçesinin size ayırdığı pay arasında bir uyumsuzluk var. O yüzden, sizin Bakanlığınızın sadece adını "iklim değişikliği" koyarak biz iklim değişikliğiyle mücadele edemeyiz diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.