| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 04 .11.2025 |
AYYÜCE TÜRKEŞ TAŞ (Adana) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, kıymetli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yaptığınız sunum için teşekkür ediyor, bütçenizin hayırlı, uğurlu olmasını istiyorum.
Tabii, Türk sanayisiyle ilgili çok güzel şeyler anlatıldı, çok güzel şeyler konuşuldu, başta savunma sanayisi olmak üzere yaşanan güzel atılımların, gelişmelerin altı çizildi ama şunu da göz ardı etmemek lazım, AK PARTİ bu ülkeyi yirmi üç yıldır yönetiyor Sayın Bakanım. Yirmi üç yıl gerçekten çok uzun bir süre ve yirmi üç yılda gerçekten çok şey yapılması gerekiyor zaten. Yani ben bu yapılanları küçümsemek anlamında söylemiyorum, takdir de ediyorum ve tabii ki arkasında da duruyoruz, memnunuz ama kendi başarımızı, objektif olarak ne kadar başardığımızı görebilmek için kıyas yapmamız gerektiğini de düşünüyorum.
Mesela, bize benzer ülkelerde ne olmuş, yirmi yılda o ülkeler neler yapmış diye bir bakacak olursak; örneğin, Güney Kore’ye ben bir göz atalım diyorum. 1953’te Kore Savaşı sonrası yıkık olan bir ülke ve o zaman kişi başına geliri 80 dolar. Aynı yıllarda Türkiye'de de sanayileşme denemeleri var ama tabii ki ağırlık tarımda. Bizim de kişi başına gelirimiz 300 dolar. 2000-2020 arası duruma baktığımızda Güney Kore'nin geldiği nokta; tamamen bilgi toplumu stratejisine dönüşmüş, gelişmiş yüksek teknoloji üretimine geçmiş ve bu yüksek teknoloji üretiminin ihracattaki payı yüzde 25-28 seviyelerine gelmiş, kişi başına geliri 34 bin dolara çıkmış, AR-GE harcamaları gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 4,9'u olmuş, OECD'de ilk üçte. Ve yine Türkiye'ye baktığımızda; bu yirmi yıllık dönemde sanayi ihracatı, evet, artmış ama maalesef teknoloji düzeyi düşük kalmış bizim ihracatımızın. İhracatımızın yüzde 95'i orta düşük teknoloji olarak gözüküyor ve kişi başına millî gelirimiz de 13 bin dolar civarında. İhracatta yüksek teknolojinin payı da yüzde 3-4 civarında. Şimdi, 17 bin olarak söyleniyor kişi başına millî gelir yani Kore'nin yarısı, tam 2 katı olmuş onların millî geliri. Yani, özetle, konuştuğumuz bu rakamlar Türkiye'nin sanayileşme başarısını da bence derecesini biraz gözler önüne seriyor.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki sanayi, bir ülkenin yalnızca üretim gücü değil aynı zamanda tabii ki bağımsızlık iradesi de. Tarımdan teknolojiye, eğitimden enerjiye kadar her alanda kalkınmanın da omurgası sanayi. Bugün Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 26'sını sanayi sektörü oluşturuyor. İhracatımızın yüzde 94'ü sanayi ürünlerinden geliyor. 6 milyona yakın insan doğrudan sanayide çalışıyor. Bu, Türkiye'nin üretim gücünün hâlâ çok güçlü bir potansiyele sahip olduğunu gözler önüne seriyor ancak aynı zamanda bir gerçeği de itiraf etmeliyiz: Bu potansiyel, tam anlamıyla verimliliğe ve teknolojiye dayalı bir üretim modeline dönüşememiş. Sanayi katma değer oranımız OECD ortalamasının hâlâ gerisinde.
Türkiye sanayisinin önündeki temel sorunları 3 ana başlıkta toplayabiliriz: En önemlisi, enerji maliyetleri; ikinci sırada finansmana erişim zorlukları var ve üçüncüsü nitelikli iş gücü eksikliği.
Enerji maliyetleri son yıllarda özellikle arttı; sanayicinin rekabet gücünü de doğrudan etkiliyor bu kalem ve üretim maliyetlerinin neredeyse yüzde 30'una kadar çıkıyor. Yenilenebilir enerjiye geçişte önemli adımlar atılsa da sanayide enerji verimliliği hâlâ istenen düzeyde değil maalesef.
Finansman sorunu özellikle KOBİ'ler için ciddi bir darboğaz yaratmakta, üretmek isteyen girişimciler yüksek faiz ve teminat sıkıntısı nedeniyle yatırım yapmakta zorlanmakta hatta yapamamakta. Ülkemizin sanayi politikası, sermaye birikimini üretime değil gayrimenkul ve kısa vadeli kazançlara yönlendiren bir yapıda kalmış durumda.
Nitelikli iş gücü eksikliği ise en az finansman kadar önemli bir sorun Türkiye'de. Mesleki eğitim ile sanayi arasında kopukluk çok fazla var. Sanayiciler aradıkları kalifiye elemanı bulamamaktan şikâyet ederken gençler vasıfsız işlerde düşük ücretle çalışmak zorunda kalmakta. Bu tablo bize sanayileşmenin sadece fabrika kurmakla değil insan kaynağı, teknoloji, eğitim ve planlamayla yürüyen bir süreç olduğunu da hatırlatmakta.
Sanayi üretimimizin yüzde 60'ı Marmara Bölgesi'nde yoğunlaşmış durumda. İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Sakarya âdeta ülkenin üretim merkezi hâline gelmiş. Oysa bu dengesizlik hem ekonomik hem de sosyal sorunlar yaratıyor. Marmara Bölgesi artık doygunluk sınırına ulaşmış. Zaten deprem bölgesi; trafik, çevre kirliliği, arsa fiyatları ve lojistik baskı bu bölgedeki üretimi sürdürülemez hâle getirmiştir. Buna karşılık Adana, Mersin, Gaziantep, Konya, Kayseri, Eskişehir gibi şehirlerimiz yeni sanayi merkezi olmaya adaydır. Adana-Mersin hattı özellikle enerjiye, limanlara ve ulaşıma erişim avantajıyla Türkiye'nin yeni üretim koridoru hâline gelmelidir, gelmeye de çok müsaittir. Sanayiyi sadece büyük kentlerde değil bölgesel kalkınma ekseninde de yeniden planlamamızın gerekliliğini düşünüyoruz çünkü üretim, sadece ihracat için değil adaletli bölgesel büyüme, istihdam ve sosyal refah için de gereklidir.
Sanayinin geleceği artık karbon ayak iziyle, dijital kapasiteyle ve verimlilik oranlarıyla ölçülüyor. Avrupa Birliğinin yeşil mutabakatı ve sınırda karbon düzenlemesi önümüzdeki yıllarda ihracatımızı da doğrudan etkileyecek. Türkiye'nin sanayi stratejisi bu dönüşüme ayak uydurmak zorunda. Bunun için de şu 3 kritik adım önemli diye düşünüyoruz: Birincisi, enerji verimliliği yatırımlarının teşviki; ikincisi, yeşil finansman araçlarının yaygınlaştırılması ve en önemlisi de dijital altyapının güçlendirilmesi.
Sanayi 4.0; sadece robotlar değil veri üretimi, yapay zekâ, sensör teknolojileri ve otomasyon da demek. Bugün Türkiye'de sanayi işletmelerinin yüzde 85'i dijitalleşme sürecini tam olarak maalesef başlatamamış durumda, bunların maliyeti de tabii onlara çok fazla. Oysa bu dönüşüm, sadece rekabet gücü değil aynı zamanda çevre, sürdürülebilirlik ve kaynak verimliliği açısından da zorunlu.
Devletin görevi, artık, sadece izin veren değil yön veren bir sanayi politikası oluşturmak olmalı. Plansız büyüme yerine stratejik sektörlerde kümelenme ve yerlileşme politikalarında ciddi adımlar atılmalı, daha da büyük adımlar atılmalı. Örneğin, savunma sanayisinde yakalanan yerlileşme oranı yüzde 80'e ulaşmıştır. Benzer bir başarı makine, kimya, biyoteknoloji ve yarı iletken sektörlerinde de mümkündür ancak bunun için uzun vadeli planlama, AR-GE teşvikleri ve üniversite-sanayi iş birliği kaçınılmazdır. Kamu, sanayiye sadece destek değil vizyon sunmalıdır. Sanayi bölgeleri lojistik altyapısıyla, enerji planlamasıyla, eğitim sistemiyle kesinlikle entegre edilmelidir.
Sanayileşme, sadece ekonomik bir süreç değil toplumsal da bir dönüşümdür. Bir ülke sanayileştikçe sadece üretim değil aynı zamanda orta sınıf, kentleşme ve demokratikleşme de gelişir. Bugün Türkiye'de üretimin yükünü sırtlayan emekçiler enflasyon karşısında alım güçlerini kaybediyor. Sanayinin büyümesi emeğin küçülmesi pahasına olmamalıdır. Gerçek sanayileşme adil ücret, güvenli çalışma koşulları ve sosyal refahla mümkündür; aksi hâlde üretim büyürken toplum daralır, millî gelir artarken gelir dağılımı bozulur.
Türkiye sanayisinin geleceği üç kelimeyle özetlenebilir; akıllı, temiz ve adil. Akıllı bir sanayi olmalı çünkü dijitalleşme ve inovasyon merkezli bir üretim ekonomisine geçmek artık geleceğimizin kaçınılmazıdır. Temiz bir sanayi olmalı çünkü çevreye zarar vermeyen yeşil üretim standartlarını da benimsemek zorundayız. Adil bir sanayileşme olmalı çünkü sanayileşmenin kazancı toplumun tüm kesimlerine eşit dağıtılmalı ve toplumun toplam refahını artırmalıdır. Bu vizyon, sadece iktisadi bir tercih değil aynı zamanda bir medeniyet tercihidir.
Türkiye sanayisi; cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana bu toprakların alın teriyle, emeğiyle, azmiyle büyüdü, bugün ise yeni bir eşiğe gelmiş durumdadır. Ya düşük katma değerli üretime sıkışıp kalacağız ya da bilgiye, teknolojiye, sürdürülebilirliğe dayalı bir sanayi hamlesiyle dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz; başka alternatif kalmadı artık bizim için. Unutmayalım, sanayileşme bir tercihten öte bir kader meselesidir çünkü üretmeyen bir ülke maalesef karar veremez, üretmeyen bir ülke maalesef bağımsız olamaz ve üretmeyen bir ülke geleceğini başkalarına teslim etmek durumunda kalır.
Bugün Türkiye'nin önündeki görev açıktır; daha çok üretmek, daha adil bölüşmek ve daha sürdürülebilir büyümektir. Bu hedefe -sadece ve sadece- bilime, emeğe ve planlamaya dayalı sanayi politikasıyla ulaşabiliriz ve bunu başardığımızda da sadece ekonomimizi değil toplumsal barışımızı, refahımızı ve öz güvenimizi güçlendirmiş olacağız diyor, teşekkür ediyorum.