KOMİSYON KONUŞMASI

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli üyeler, kıymetli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar ve basın mensupları; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hazine ve Maliye Bakanlığının bütçesini, bir anlamda ekonomiyi görüşüyoruz. Ekonominin hâlini sorduğunuzda, biraz önce gördük, Hükûmet tek kelimeyle "İyi." diyor ama vatandaşa sorarsanız iki kelimeyle "İyi değil." diyor. Memlekette işçi, çiftçi, memur, esnaf perişan; sanayici, tüccar, emekli, öğrenci, genç, yaşlı, kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Tek kişilik saray rejimi kurumları çürütüyor, her yerden irin fışkırıyor.

Sayın Bakan, bundan dokuz yıl önce en parlak ekonomistlerden biri dediğiniz ve 128 milyar dolarlık rezervin Merkez Bankasının arka kapısından buharlaştırılmasında da önemli bir rolü olan o dönemin Merkez Bankası Başkan Yardımcısı ihale skandalı nedeniyle tutuklu. Bu bir itibar müessesesi Merkez Bankası, bu olacak iş değil. Kara para aklama, piyasa manipülasyonu gibi suçlardan yargılanan AK PARTİ damadı eski rektör sahte belgelerle yurt dışına kaçıyor. Sahte resmî evrak düzenleyen, sahte diploma ve ehliyet ticareti yapan e-imza çeteleri ortalıkta cirit atıyor. Türkiye günlerdir bahis oynayan hakemleri, futbolcuları konuşuyor. Ucu saraya kadar uzanan vakıfların FETÖ benzeri karanlık yöntemlerle devlete sızdığı iddiaları ayyuka çıktı. Ana muhalefet partisine yargı sopası sallanıyor. Milletimizin seçtiği belediye başkanlarımız uluslararası kabul görmüş normlara aykırı şekilde şafak sökmeden gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, itibarsızlaştırılmak isteniyor, hizmet etmeleri engelleniyor. Artık rekabetçi bir seçimle işbaşına gelemeyeceğini anlayan tek adamın elinde ülke, adaletin yok sayıldığı bir cehennem çukuruna dönüşüyor. Yönetene güven dibe vuruyor. Dünyanın en yüksek dolar cinsinden faiziyle toplanan döviz rezervleri bir gecede eriyebiliyor. Hisse değerleri çöküyor, bu istikrarsızlıkta birileri çok yüksek kazançlar elde ederken fatura millete çıkıyor. Adaletin olmadığı yerde bereket olmuyor, bereketin olmadığı yerde huzur bulunmuyor. Bu durumun baş müsebbibi 2018'de hayata geçen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denen ucube rejim. Dünyada benzerlerine yeni otoriter rejim denen bu sistem, başta yargı ve medya olmak üzere tüm kurumları iktidarını sürdürmenin bir aracı hâline getiriyor, denge ve denetim mekanizmalarını yok ediyor, demokrasiyi rekabetçi olmayan sandık seviyesine indiriyor, milleti bölerek, kutuplaştırarak oy devşirmeye çalışıyor. Tüm bunlar siyasi, idari ve iktisadi alanda kurumsal çöküş riskini her gün biraz daha arttırıyor. Bu tek kişilik otoriter rejimin başının kararıyla altı yılda 6 Merkez Bankası Başkanı, 4 de Hazine ve Maliye Bakanı adaya veda etti. 2018'den bu yana ekonomide kriz üstüne kriz yaşıyoruz. Yüz iki yıllık cumhuriyetimizin en ağır, en yapışkan bölüşüm krizini sarayın kerameti kendinden menkul nas ekonomisinin sonucunda gördük. Kur korumalı mevduat gibi uygulamalarla çok büyük servet transferleri yaşandı. Pahalılık ayyuka çıktı, mutfaklar yangın yerine döndü. Bu enkazı kaldırsın diye getirilenler de "dengeleme" "dezenflasyon" diyerek yükü milletin sırtına yıktı, faizler hızla arttırıldı ama enflasyon bir türlü dizginlenemedi. Sayın Bakan bunun sebebini dona, kuraklığa, jeostratejik gelişmelere, bir de -mahcup bir ifadeyle- içerdeki birtakım gelişmelere bağlıyor. Sayın Bakan "Ben yapmadım, miki yaptı." diyerek ekonomi yönetilmez; her olumsuzluğa bir bahane üreterek dertlerin üstesinden gelinemez. İşbaşına geldiniz, çifter çifter vergiler aldınız, hayat pahalılığının altında ezilen asgari ücretliye "Sana yılda tek bir zam yeter." dediniz, emekliye sırt çevirdiniz, hep vatandaştan sabır istediniz. Bugün açlık sınırına 100 lira desek, asgari ücret 78 lira. Ülkede ücretli çalışanların neredeyse yarısı, bazı sektörlerde çalışanların da yüzde 70'i asgari ücret ve altında kazanıyor. Ülkede asgari ücret norm ücret hâline geldi. Çalışanlar, emekçiler asgari ücret tuzağına hapsedildi. Milleti dün çalışan yoksulluğuyla tanıştıranlar, bugün çalışan açlığıyla tanıştırıyor. Emekliler de aç. Sendikaların verilerine göre 8,5 milyon emeklimiz de açlık sınırının altında yaşıyor. Ülkenin çalışanı aç, emeklisi aç, çalışmayanı ise ölmüş, ağlayanı yok.

Eylül ayı itibarıyla iş bulma ümidini kaybettiği için iş aramaktan vazgeçenler, daha çok çalışmak istediği hâlde çalışamayanları da dâhil ettiğimizde ülkede 11,5 milyon işsiz var. Bu, dünya üzerinde 111 ülkenin nüfusundan daha fazla. En acısı da ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü olan gençlerimiz işsiz. Her 100 gençten 27'si ne çalışıyor ne okuyor; 6,5 milyon evladımız ev genci olmuş, anasının, babasının eline bakıyor. Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı üyeleri arasında en yüksek ev genci oranına sahibiz. Hakkı hak edene vermemek zulümdür. Yönetiminiz ne çalışana ne emekliye ne de gençlerimize hakkını veriyor.

Değerli Komisyon üyeleri, açlıkla, pahalılıkla, işsizlikle sınanan insanların hâlini ünlü sosyolog Galton "faili görünmeyen kurumlar ve toplumsal yapılar aracılığıyla işleyen yapısal şiddet mekanizmasının kurbanları" olarak tarif ediyor. Ülkemizdeki yapısal şiddete karşı devlet yönetiminde radikal bir değişime, yapısal reformlarla desteklenen bir programa ihtiyaç var. Ancak, bugün yaşadıklarımızın sorumlusu olanlar yönetimde kaldıkça sizler ağzınızla kuş tutsanız da bu ekonomi düzelmez çünkü sorunların sebebi olanlar çözümün adresi olamaz. Bu nedenle enflasyon düşmüyor, bu nedenle işsizlik zirve yapıyor, bu nedenle 2025'in ilk on ayında konkordato ilan eden şirket sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 72 artıyor; ödeme sistemini, ticareti durma noktasına getirme riski taşıyor. Bu nedenle vatandaşlarımız bankalara borcunu ödeyemiyor; ilk dokuz ayda bankaların takipteki alacakları geçen yıla göre yüzde 91 oranında artıyor.

Sadece gençler değil, firmalar da ülkeden kaçıyor. Özellikle tekstilde, otomotiv yan sanayisinde -bugün ayakkabıcılık sektöründe de gördük- alarm zilleri çalıyor; lojistikçiler ülkedeki fabrikaları Mısır'a, Fas'a taşıyor. Bıçak kemiği deldi geçti, kaybedecek tek bir saniye bile kalmadı ama ortada ne tek kişilik yönetim anlayışının değişeceğine dair bir emare ne de mevcut ekonomi yönetiminin yarın sabah görevde kalıp bu bütçe dönemini tamamlayacaklarına dair garanti var. Güven arttıracak çapalar da birer birer yok ediliyor.

Değerli Komisyon üyeleri, Hazine ve Maliye Bakanlığı tek kişilik rejimin resmen hayata geçtiği 2018 yılında kuruldu. Daha önce borçlanmadan sorumlu Hazine Müsteşarlığı ile maliye politikasından sorumlu Maliye Bakanlığı ayrıydı. Borçlanan kurum ile parayı harcayan kurumun aynı çatı altında birleştirilmesi, borçlanma ve harcama disiplini açısından ciddi bir kırılganlığa neden oldu; kamu finansmanında önemli bir çapa yok edildi. Yine, 2025 bütçesinde yılın tamamı için öngörülen borçlanma sınırı Sayın Bakanın ve Cumhurbaşkanının artırma yetkileri dâhil 2,1 trilyon liraydı ama siz ilk dokuz ayda 2 trilyon 267 milyar Türk liralık net borçlanma yaptınız. Torba yasayla limiti artırma teklifini getirdiniz ama daha henüz yasalaşmadan siz Meclisimizin verdiği limiti aşmış oldunuz. Soruyorum: Hazinenin nakit açığı 1,6 trilyon lirayken neden yüksek faizle 2,3 trilyon lira borçlanarak kasada 650 milyar Türk Lirasını tutmak istiyorsunuz. Yoksa enflasyon ve faizi gelecek yılda düşüremeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz veya borçlanmada önümüzdeki dönemde bizim bilmediğimiz bir sıkıntı yaratacak gelişme mi bekliyorsunuz? Bu arada "Yastıkaltı altınları sisteme sokacağız." diyerek o günkü değeri 15 milyar dolar olan 180 tondan fazla altın cinsinden borçlanma yaptınız. Altın fiyatlarındaki artışlar nedeniyle bu borcun dolar karşılığı yüzde 61 arttı, 24 milyar dolara çıktı. Bu nasıl bir basiretsizlik, bunun hesabını kim verecek? Hazine ile Maliyenin birleştiği 2018 öncesinde borçlanma limiti sadece 2 kere aşılmıştı, 2018'den bu yanaysa limit tam 5 kez aşılmış.

Mali kuralın olmadığı ekonomilerde borçlanma limiti, mali egemenliğin en önemli güvenlik hattını yani en önemli çapalardan birini oluşturur. Borçlanma limitini hoyratça ezip geçebilen bir yönetim ya ne yaptığının farkında değildir ya da ağır baskı altında, sağlıklı karar alma kabiliyetini kaybetmiştir. Söz konusu torbayla Kentsel Dönüşüm Başkanlığına borçlanma yetkisi veriyorsunuz. Bunu daha önce Varlık Fonunda yaptınız, Hazineden başka kurumlara borçlanma yetkisini bir kere verdiğinizde Sayın Bakan, bu işin nerede durabileceğini bilemezsiniz, kamuda borçlanma disiplinini bitirirsiniz. Türkiye, borç yönetimindeki çapalarının koparılmasının faturasını geçmişte ağır bir şekilde ödemiştir. Soruyorum: Aynı derede kaç kez yıkanacaksınız, aynı hataları da kaç kere yapacaksınız? Güven yok, mali disipline dair çapalar koparılıyor, ortada kâğıt üzerinde de olsa derli toplu bir program da yok; enflasyonla mücadelede anlaşılan, faiz lobileriyle birlikte sıcak para partileri verip milletin alın terini masaya sürmek. Atalar boşa söylememiş: "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur." Bu ülkede siyasetçilerin çok sevdiği yüksek faiz ve kontrollü kura vitese takmışsınız, araba bağırıyor, yolcular bağırıyor ama üst vitese bir türlü geçemiyorsunuz; araba boğulup kaldı, şanzıman dağıldı. Bu terazi bu sıkleti ancak bir yere kadar taşır. Verimlilik şahlansa bile rekabet gücündeki bu kayıplar telafi edilemez; edilseydi, üreticiden, sanayiciden, ihracatçıdan bu kadar feryat yükselmezdi.

Değerli Komisyon üyeleri, baskılanan kur, ihracatçıyı ve üreteni cezalandırıyor, ithalatı cazip hâle getiriyor, yerli üretimi tasfiye ediyor. Buna bir de güven bunalımı eklenince alın size her an patlamaya hazır bir molotofkokteyli. Getirdiğiniz bütçenin arkasında bu tehlikeli karışımın patlamasını engelleyecek tek bir önlem yok. Enflasyonun yüzde 16'ya, gayrisafi yurt içi hasıla deflatörünün yüzde 19,7'ye düşeceğinin var sayıldığı 2026 yılında "Bütçe gelirleri yüzde 30, faiz dışı harcamalar da yüzde 28 artacak." diyorsunuz. Enflasyonun üzerinde gelir ve harcama artışlarıyla maliye politikası dezenflasyon sürecini nasıl destekleyecek? Görünen o ki enflasyonla mücadele bir kere daha para politikasının eline bırakılacak. Yüksek faiz-değerli kur cenderesi milletimizin boğazını sıkmaya devam edecek.

Faiz yükü hızla artıyor, 2003-2022 döneminde hükûmetleriniz her ay 2,2 milyar dolar, her yıl 26,6 milyar dolar faiz ödemiş. Sizin döneminizde yani 2023-2025 döneminde her ay ödenen faiz 3,4 milyar dolara, her yıl ödenen faiz 44,2 milyar dolara sıçramış. OVP'de 2024'te 17 lirası faiz harcamalarına giden her 100 liralık verginin, 2025'te 19 lirasının, 2026'da da yaklaşık 20 lirasının faize gideceğini yazmışsınız. Önümüzdeki yıl faiz lobilerine 2,7 trilyon lira ödenecek.

Önümüzdeki üç yılda da "Bir kuruş harcamadan yaptık." dediğiniz geçilmeyen yolların ve köprülerin, yatılmayan hastanelerin garantilerine toplam 821 milyar lira ödenecek. Her zaman söylüyoruz: Bütçe bir tercih meselesidir. Bu yıl ve önümüzdeki yıl vergi yükünde çok önemli artışlar öngörüyorsunuz ama aldığınız paranın önemli bir kısmını faiz lobilerine, yandaş müteahhitlere aktarıyorsunuz. Bu durumda, millete vermeniz gereken hizmeti ve desteği veremiyorsunuz.

Vatandaşın en çok ihtiyaç duyduğu hizmetlere ayrılan paylar azalıyor. TÜİK verilerine göre, sağlık hizmetlerinden memnuniyet son dört yılda 9 puan azalıyor, eğitim hizmetlerinden memnuniyet ise son iki yılda 6 puan gerilemiş ama vergi gelirlerine oran olarak baktığımızda, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan sağlık harcaması 2024'te 25 lirayken 2026'da 24 liraya, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan sosyal koruma harcaması 2024'te 48 lirayken 2026'da 46 liraya, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan eğitim harcaması 2024'te 21 lirayken 2026'da 19 liraya düşecek. Bu sektörlere 2026'da yapılacak yatırımların durumu ise daha da vahim; eğitimin yatırımlar içindeki payını yüzde 13,5'tan yüzde 10,4'e, sağlığın payını da yüzde 8,1'den yüzde 6,9'a düşürmeyi öngörüyorsunuz. Oysa, okullarda çocuklar açlıktan bayılıyor, lise çağındaki her 5 öğrenciden 1'i haftada en az bir gün "Param olmadığı için yemek yiyemiyorum." diyor, yeterince beslenemeyen çocukların boyu kısa kalıyor, öğrenme kapasiteleri düşüyor. En önemli stratejik varlığımız olan beşerî sermayemiz telafisi mümkün olmayan bir şekilde eriyor, bir nesli kaybediyoruz. En stratejik varlığımız olan genç nüfusumuzun dünyayla rekabet gücünü artıracak olmazsa olmaz harcamaları yeterince artıramıyorsunuz. İnsana yatırım yapmayan bir bütçenin hiçbir rakamı kalkınmayı ifade etmez.

Bütçede ihmal edilen bir diğer kesim de çiftçilerimiz. İklim değişikliğinin neden olduğu kuraklık, yetersiz üretim ve artan gıda enflasyonuyla boğuşan bir ülkede yaşıyoruz, buna rağmen kanunun emrettiği desteği çiftçiye vermiyorsunuz. Programa göre ödenecek tarımsal destek 2025'te kanunun emrettiğinin yalnızca dörtte 1'i, 2026'da ise beşte 1'i olacak. İktidarınız 2007'den bu yana çiftçiye 118 milyar dolarlık tarımsal desteği ödemedi; ülke, kendi çiftçisine borç takan bir hükûmetle yönetiliyor. Son bir yılda her bir çiftçi ailesine 52.281 dolar borç taktınız. Kanunun emrettiği destekleri alamayan çiftçi borca battı. Son bir yılda çiftçilerin ödenemediği için takibe düşen tarım kredisi borçları 3'e katlanarak 10 milyar liraya dayandı, geçti. Buna rağmen, çiftçiye verdiğiniz faiz desteklerini düşüren bir kararı Cumhurbaşkanına imzalattınız, sonra da tepki gelince yeniden artırdınız. Ya siz yaptığınız düzenlemenin farkında değilsiniz ya da Cumhurbaşkanı neye imza attığının farkında değil. Çok açık söylüyorum: Çiftçinin alın teri kurumadan hakkını vermek devletin görevidir; üretene sırtını dönen bir iktidar, ülkesine sırtını döner. Bu yaklaşımınızla çiftçi tarlasına dönmez, gıda enflasyonu da düşmez.

Değerli üyeler, yıllık programın 59'uncu sayfasında "2025 yılı sonunda genel bütçe vergi gelirinin bütçe tahminin altında gerçekleşmesi beklenmektedir." diyor; Sayın Bakan da zaten bunu burada ifade etti. Sayın Cevdet Yılmaz da Cumhurbaşkanı Yardımcısı "Etki değerlendirmesini istedik ama gelmedi. Sonuçta, oturup biz hesaplayacak değiliz, uzman arkadaşlardan istiyoruz. Uzmanlarımız keşke daha iyi öngörselerdi." diyerek yirmi üç yıllık iktidarın vergi hesaplamadaki beceriksizliğini bürokrasiye ihale ediyor. Bu bürokratları oraya kim atadı? Siz. Dolayısıyla sorumlusu da sizsiniz. Buna "uzman hatası" deyip geçmek devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Vergiler adil ve ölçülü değilse, toplanan verginin doğru yerde kullanıldığına dair saydamlık ve hesap verebilirlik yoksa mükellef vergi ödemekte gönülsüz olur.

Üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı içinde gelir dağılımının en adaletsiz olduğu 3 ülkeden biri olduk. Son dört yılda yaptığınız servet transferleriyle size oy vermediğini düşündüğünüz orta direği çökerttiniz, toplumu zenginler ve yoksullar olarak ikiye böldünüz. Tek kişilik rejimden önce ülkede sosyal yardım alan hane sayısı 3,2 milyon idi, 2024 itibarıyla yüzde 43 artışla 4,6 milyona çıktı. Orta direğin çökmesi yalnızca ekonomik değil siyasal ve toplumsal istikrar açısından da çok ciddi bir risktir. Bu adaletsizliği gelir ve servet üzerinden alınan vergilerin payını artırarak bir nebze törpüleyebilirdiniz ama yapmadınız. Adaletsiz bir vergileme olan mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin payı ülkemizde yüzde 65 seviyesinde, oysa Avrupa Birliğinde yüzde 33 düzeyinde. 2026 bütçesinde vergi yükünün 2026'da yarım puan artırılması öngörülmüş. 2025'teki yüzde 1'e yakın artıştan sonra bu performans çok zor, millet bunu ödeyemez.

Değerli üyeler, Türkiye'nin, hukuk devletini yeniden tahkim eden, üretimi ve verimliliği destekleyen, dijitalleşme, yapay zekâ ve yeşil ekonominin sunduğu fırsatları yakalayan, yoksulluğu bu topraklardan silen, kimseyi geride bırakmayan, çevre ve mali açıdan sürdürülebilirliği dikkate alan, maliyet ve sonuçları belli aralıklarla test edilebilen bir programa ihtiyacı olduğu açıktır. Evet, Türkiye'nin yıllar süren yıpranmaya rağmen dört başı mamur bir programı hazırlayıp uygulayacak kalitede teknik kadroları da vardır. Temel sorunumuz bu programı yönetecek, güven veren bir siyasi kadronun işbaşında olmamasıdır, gömleğin doğru iliklenmesi gereken ilk düğmesi de budur. Daha fazla vakit kaybetmeden, demokratik yollarla ülkeyi düze çıkaracak kadroları göreve getirmek birinci öncelik olmalıdır. Aksi takdirde ne ekonomide ne de diğer alanlarda dikiş tutturmak mümkün olmayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.