| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/280) ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/279) ile Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 06 .11.2025 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar, burada çalışan tüm emekçi arkadaşlar; hepinizi DEM PARTİ adına saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve kolaylıklar diliyorum.
Sayın Bakan, konuşmanızın başında ve sonunda "Sürdürülebilir yüksek büyüme ve daha adil gelir dağılımını sağlayacak fiyat istikrarı programımızı sabır ve kararlılıkla uygulamayı sürdürüyoruz." dediniz. Elbette bizlerin, gerçekten sizlerin sabrı noktasında hiçbir şüphemiz yok lakin halkımız, kadınlar, emekçiler, emekliler, gençler artık ne sabredebiliyor ne de inancı ve gücü kaldı, bunu ifade ederek başlamak istiyorum. Niye söylüyorum bunları? Bugün Türkiye'de ekonomi düşük ve orta gelirli yurttaşlar açısından âdeta bir ölüm ve kalım savaşı ve sahası hâline dönüştürülmüş durumda çünkü yurttaşlar uzunca bir süredir kendilerini ciddi bir ekonomik savaşın içerisinde maalesef hissediyorlar. Hangi ekonomik göstergeye baksak halkın gündelik yaşamına bir ok gibi saplanmış rakamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Böylesi bir ekonomik kriz ve sömürü çarkında yurttaştan sizler devlet yetkilileri olarak, iktidarın temsilcileri olarak tam olarak bir "survivor" performansı bekliyorsunuz. Bunun en önemli etabı ise güvenceli bir iş bulup emeğinin karşılığını alarak insan onuruna yaraşır bir hayat sürmek, ilk etabımız bu. Tabii, özelleştirmelerin yaygınlaştırıldığı, istihdamı artıran bir ekonomik programın olmadığı ve bölgesel eşitsizliklerin daha çözülmediği bir düzende en zor etap bu olarak halkımızın karşısına çıkıyor. TÜİK'in Temmuz 2025 verilerine göre işsizlik şu an yüzde 8 düzeyinde. Yine, Strateji ve Bütçe Başkanlığının yayımladığı Ağustos 2025 verilerinde işsizlik ise yüzde 8,5 olarak karşımıza çıkıyor. Maalesef, bunlar gerçeği bir bütün olarak ve yalın bir şekilde yansıtmıyor çünkü bu oranlar yalnızca iş arayan kişileri kapsayan dar tanımlı işsizlik ölçümlerinden ibaret. Buna karşın DİSK-AR'ın Temmuz 2025 verilerine göre geniş tanımlı işsiz sayısı 12 milyon 30 bin kişi iken, geniş tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 29,6 düzeyinde karşımıza çıkıyor. Şimdi, bu tablo iş bulma etabını geçme ümidi dahi olmayan milyonlarca yurttaşın tablosu. İşsiz bir yurttaşın "survivor" mücadelesi bir tarafa, ikinci etapta herhangi bir iş bulanlar için de hayatta kalmak hiç de kolay değil çünkü verilen emeğin karşılığı alınmadığı gibi günlük giderlerin dahi karşılanmadığı bir gerçeklikle, bir sistemle karşı karşıyayız maalesef. Türkiye'de demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü çizgisinden uzaklaşıldıkça ekonominin de psikolojisi hâliyle bozulur bir vaziyette karşımıza çıkmakta. Döviz kurları fırladı, enflasyon uçtu, hayat pahalılığıyla orta direk diye bir şey de kalmadı. Geriye sadece 2 seçenek bırakıldı demeyeceğim, geriye sadece 2 seçenek bıraktınız; ya yoksulsun ya da zenginsin; arası yok bu ülkede.
Bugün TÜİK'in 2025 yılı Ekim ayı verilerine göre enflasyon yüzde 33 seviyesinde, ENAG'a göre ise gerçek enflasyon yüzde 60'ları bulmuş durumda. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz'ın açıkladığı Orta Vadeli Program'a bakıldığında da yurttaşın yüzünün uzun bir süre daha maalesef gülmeyeceği de aşikâr bir durum çünkü yıl bazlı enflasyon oranları tutturulamadı, yine yüksek oranlarda revize edilmek zorunda kalındı.
Sayın Bakan, değerli hazirun; siyasi iktidarın ekonomi politiğe bakışını artık değiştirmesi gereken bir dönemin içerisindeyiz. Eğer ekonomi politik, holdinglerin ve bankaların kârlarını katlayıp yoksulluğu tabana yayıyorsa burada ciddi bir yanlış var demektir. Bakın Sayın Bakan, bir ülkeyi oluşturan ana omurga kesinlikle sermaye sınıfı değildir, bilakis üreten halklardır, halkların bizzat ürettiği emeğidir. Yapılan her düzenlemede işverenlerin önerilerini ve beklentilerini dikkate alıp yurttaşın karşı karşıya kaldığı ekonomik zorlukları görmemeniz gerçekten kabul edilir bir durum da değil. Yoksullaştırılmış yığınları, sosyal yardımlara muhtaç edip sonra da sosyal yardım oranları üzerinden yurttaşı rencide etmek ise en naif tanımıyla bizler açısından örgütlü bir kötülüktür. Bugün Türkiye'de Bankalar Birliği ve BDDK'ye göre bankacılık sektörünün 2024 yılı toplam net kârı 600 milyar TL. Yine, 2025 yılının ilk yarısında en büyük 10 bankanın toplam net kârı 305 milyar TL olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşın yurttaşın hâlipürmelal-i de maalesef hiç iyi değil çünkü kredi kartı borçluluğu 2 trilyon 480 milyar düzeyinde bugün. Bunun önceki yıla göre artış oranına baktığımızda yüzde 90'ı bulmuş durumda. Takibe düşen borç miktarı 515 milyar TL dolayısıyla önceki yıla göre artış miktarı da tam olarak 13 kat olarak karşımıza çıkmakta. Ziraat Odası Başkanının son açıklamasına göre çiftçi borçları toplamı 1 trilyon 81 milyar TL'ye yükselmiş durumda. Toplam icra ve iflas dosyası 25 milyon, 1 milyon 100 bin kişi artık kredi kartı borcunu ödeyemez hâle geldi. Gördüğünüz üzere Sayın Bakan, açığa çıkarmış olduğunuz tablo net bir şekilde ortada ama maalesef çözüm var mı desek, ortada bir çözüm de bulamıyoruz çünkü açlık sınırı 37.287 TL ama asgari ücret sadece ama sadece 22.104 TL olarak karşımıza çıkıyor. Bugün milyonlarca emekli en az 5 kat oranında yoksulluk sınırının altında bir maaşa sizler tarafından, sizin politikalarınız tarafından mahkûm edilmiş durumda. Bunu tersine çevirecek bir ekonomik programınız var mı? Görebildiğimiz kadarıyla maalesef o da yok, sadece sabır telkin ediyorsunuz, başka bir şey yok.
Ülkemizde yüzleşmeyi ve iyileştirmeyi bekleyen bir geri bıraktırılma veya bölgesel eşitsizlik gerçeği var. Tarihsel ve sosyolojik açıdan bakıldığında da bir yüzyılı sorun yaratarak ve bu sorunların çözümlerini ıskalayarak geçirdik. Özellikle Kürt meselesi bağlamında ülkenin bir parçasında devlet destekli bir ekonomik program maalesef buralara uğramadı. Bu sebeple, büyümenin coğrafi ve sınıfsal dağılımında ortaya çıkan eşitsizlikler kalıcı bir hâl almaya başladı. Sadece ekseriyeti Kürt olan kentlerde değil ama farklı bölgelerde yer alan kentlerde de bölgesel eşitsizliklerin izleri var, bunu ifade etmek gerekiyor. Ama bilinçli bir şekilde geri bırakmadan bahsettiğimizde politik bir program kapsamında Kürt coğrafyasına yönelik özel bir muamelenin yapıldığı yadsınamaz. Biz, bunları her defasında ifade ettiğimizde şu cevapla karşılaşıyoruz: "Ezberlenmiş cümleler kullanılıyor." Geçen yıl bu salonda, bu görüşmelerde tekrar aynı cümle kullanılmıştı. Eğer biz yüzyıldır ezber bir şeyler söylüyorsak demek ki bu ülkenin, bu devlet aklının yüz yıldır politikalarında da ezberlenmiş şeyler var. Bu ezberler üzerinden bu politikalar yürütülüyor. Niye diyorum bunu? Şark Islahat Planı'ndan tutun umumi müfettişliklere, Fevzi Çakmak ve Dersim raporlarına bakın, ne demek istediğimizi daha net bir şekilde anlarsınız.
Bugün, Kürt sorunu haritası ile gelir azlığının, işsizlik ve yoksulluğun haritasının aynı olması bizler açısından tesadüf değil. Bugün, sosyoekonomik gelişim endekslerinde sondan ilk 10 sıraya baktığımızda -haritada var- işsizlik ve istihdam verilerine baktığımızda bu gerçek her gün ama her gün bizim yüzümüze çarpıyor ve biz o bölgede yaşayan insanlar olarak bunu, işsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu her gün en ufak hücremize kadar, iliklerimize kadar hissediyoruz. TÜİK diyor ki: "En düşük yıllık ortalama eş değer hane halkı kullanılabilir fert geliri TRB2 bölgesinde..." Yani Van, Muş, Bitlis, Hakkâri'nin olduğu bölgelerde. Bu tablonun ortaya çıkmasında şüphesiz kayyumlar, köy boşaltmaları, OHAL, sınır politikaları, mera ve yayla yasakları, bir bütün olarak söylemek gerekirse, savaş ve çatışma, Kürt sorununda çözümsüzlük büyük bir rol oynadı ama bunu değiştirmek mümkün. İşte tam da bugün barış ve demokratik toplum sürecinin yüzleşmeyle, onarmayla, üretmeyle yeniden ilerlemeyi de getireceğini belirtmek istiyorum.
İçinde bulunduğumuz çağda savaşların yegâne aracı silahlar değil, farklı biçimlerde yürütülen ekonomi savaşları olarak bunlar karşımıza çıkıyor. Bugün ABD başta olmak üzere ülkelerin birbirine karşı kullandığı tarife savaşları da bunun bir parçası, ambargolar da etkili bir ekonomik kuşatma argümanı olarak karşımıza çıkmakta. Silahlanma rekabetiyle artan askerî yatırımlarla insanlığın demokrasi odağı dağılırken dünya her gün daha az güvenli bir yer olmaya doğru maalesef gidiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Buna karşı barış politikalarının en güvenli sığınak, hatta barışın en etkili ekonomi olduğunu görmek zorundayız. Etyen Mahçupyan'ın bir yazısından esinlenerek "Demokrasi en büyük ekonomik girdi." ifadesini kullanmak, bölgemizde barışın en büyük teşvik olacağını söylemek yerinde olacaktır. Tam da burada Sayın Şimşek'in de ekonominin dümenine geçerken kullandığı "rasyonel zemin" ifadesini sürecin ruhuna uygun bir şekilde revize etmesi gerekiyor. Bu sebeple bizlerin DEM PARTİ olarak 2026 yılı bütçesi için kullandığımız ekmek ve barış mottosu göz önünde bulundurulmalı. Bunun yolu da barış ekonomisine yönelmek, rasyonel zemini barış zeminiyle güçlendirmekten geçer çünkü bugün de ekonomi politikanız kadınlar, gençler, çocuklar, emekçiler üzerinde bir savaş kadar ağır bir yıkım yaratıyor Sayın Şimşek. Dolayısıyla, DEM PARTİ olarak Kürt sorununda onurlu ve kalıcı barışın mücadelesini verdiğimiz gibi yoksulluğa karşı da ekonomik bir barışın mücadelesini veriyoruz ve bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz.
Her birinizi saygıyla selamlıyorum.