| Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye'deki tarım politikası, uygulanan tarımsal desteklemeler ve bu konuda yapılan çalışmalara ilişkin görüşmeler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 20 .04.2016 |
ORHAN SARIBAL (Bursa) - Çok teşekkür ederim.
Orhan Sarıbal ben, Bursa milletvekili ama öncelikle bir çiftçi olduğumu ve ziraat mühendisi olduğumu hatırlatmak isterim.
Aslında şöyle bir sorun var benim gördüğüm: Bir stratejik sektör olarak herkes öyle algılıyor ama nedense, bütün çözümleri, var olan sorunların bütün çözümünü ekonomi üzerinden yapmaya çalışıyoruz. Yani şey gibi, Millî Savunma Bakanlığının bütçesi üzerinden oturup bir para hesabı yapıyor gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçları üzerinden oturup bir parasal hesap yapıyor gibi davranıyoruz. O zaman, bir sorun var. Bence burada bir ortak söylem geliştirmemiz gerekiyor. Türkiye tarımı stratejik midir, yoksa IMF, Dünya Ticaret Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, çoklu şirketlerin bir aracı mıdır? Türkiye çiftçisi bu ülkenin topraklarının ve bu ülkenin asli unsuru mudur, yoksa küresel ekonomi, neoliberal, vahşi kapitalizmin bir aracı mıdır? Önce bunun adını koymak zorundayız.
İşte, on üç yıllık bir iktidar dönemi var, sonuçta ortalama 4,4 bir büyüme öyküsü var, ne yazık ki tarımda büyüme 2,3; ne yazık ki 2 milyon 800 bin üreticimiz vardı 2002'de, bugün 2 milyon civarında üreticimiz var ve ne yazık ki o zaman bu ülkede hemen hemen -bu iyi bir şey tabii- hiç yabancı şirket yokken bugün topraklarımızın yüzde 30'u yabancı şirketlere satılmış durumda ve üreticilerimiz şu anda tarihin en hızlı arazi satışını yapıyor.
Değerli katılımcılar, Saygıdeğer Başkanım; eğer biz fotoğrafın bütününü öngörmezsek, bunun üzerinden, gıda egemenliği ve gıda güvenliği üzerinden yeniden bir tarım politikası geliştiremezsek, bu ülkeyi de Avrupa Birliğinin, serbest piyasanın bir aracı hâline getirirsek, söyleyeceğim şudur: On beş yıl sonra bu yapıyla bu ülkenin bütün köylüsünü köylü, bütün köylüyü de sadece tüketen ve modern köle bir toplum hâline getiririz. Söyleyecek sözüm sadece şunlardır, hani, çok şey söyleyebilirim, çok notum var ama şu anda eğer amacımız bu, küçük çiftçiyi, köylüyü, üreticiyi kurtarmak adına bir derdimiz varsa şunu yapmak zorundayız: Bu çiftçi borçlarını hızlıca ele almak zorundayız. Elektrik borçlarını hızlıca ele almak zorundayız. Varlık şirketlerine aktarılan bu banka borçlarını hızlıca ele almak zorundayız. 15 bin lira borca 280 bin liralık borçla çiftçinin karşısına geliyoruz. Hani, şurada bir ironi yapmak istiyorum, lütfen yanlış anlamayın. Sunum yaparken "Avrupa Birliğinin kırmızı et ihtiyacının yüzde 60'ını domuz etinden karşılıyoruz." derken orada arkadaşımın neyi amaçladığını da bilmek isterim. Domuz mu yetiştirmeye başlayalım? Yoksa domuz eti üretemediğimiz için kırmızı ette bir sorun yaşıyoruz, bunun nedeni de Avrupa kırmızı etin büyük bir kısmını domuz etinden mi karşılıyor? Bunu söylemek benim için çok önemli ve kıymetli.
Bakın, sonbahardan itibaren başladık, küresel ısınma ve iklim değişikliği. Değerli katılımcılar, artık bu dünyada değil tarımı, kentsel yerleşimleri bile, insanların yaşam alanlarını bile küresel ısınma, onun getirdiği sonuçlar ve iklim değişikliği üzerinden kurmak zorundayız. O yüzden, bakın, çok hızlı bir şekilde bu ülke küresel iklim değişikliğinin bir aracı olmuş durumdadır. Sonbahardan itibaren Adana'da, Antalya'da, Demre'de, Finike'de, bugün Bursa'da, Ege'de önce fırtınalar, hortumlar, onların devamında geç ilkbahar donlarıyla milyonlarca liralık zararımız söz konusudur. Bu destekleme politikası içerisinde, Hükûmetin uyguladığı politikalar içerisinde -TARSİM'i de dâhil ederek söylüyorum- çiçeği açmayana zarar gören dondan dolayı para ödemiyor. İşte, Afet Yasası'na göre -2090 sayılı Afet Yasası var- ne yazık ki bütün mal varlığınızın yüzde 40'ını kaybetmezseniz en ufak bir ödeme yapmıyor. Yani şimdi, bu adamın bir traktörü varsa suç mu, evi varsa suç mu, tarlası varsa suç mu? Öyle bir afet gelecek ki o bütün mal varlığının yüzde 40'ını götürecek, ondan sonra biz buna destek vereceğiz.
Bütün bunları üst üste koyarak, kısa kesmek adına söylüyorum, söyleyecek çok sözüm var. Hani, kısacık bir şey daha, bir mazot meselesi üzerinden söyledi... Verdiğiniz bütün desteğin yüzde 80'ini mazotla geri alıyorsunuz. Mazotta ne yaptınız biliyor musunuz? 2015 yılında yüzde 57'ydi verginiz, 2016 yılında yüzde 60,5'e çıkardınız yani çiftçinin kullandığı mazotta 3 puan daha vergiyi artırdınız. Kısaca, mesela, 2002 yılında geldiğinizde ithal tütünde 3 dolar/kilogram vergi alıyordunuz, gümrük alıyordunuz, şimdi 1 Ocak 2016 itibarıyla da 0,6 dolara yani 1,8 liraya düşürdünüz.
Yani, kısaca, yaşasın yabancı ülkelerin çiftçisi, yaşasın çok uluslu şirketler, yaşasın karteller, yaşasın holdingler, meralarımızı alan yaşasın yandaş firmalar; hayvancılık, kırmızı et yok. Ya, dünyada merasız hayvancılık olur mu? Böyle bir anlayış olur mu? Bizim meralarımız nerede? İmara açılıyor, sanayiye açılıyor. Hem de cumhuriyet tarihinin kamu eliyle en büyük tarım alanına zarar veren bir dönemi, bir süreci yaşıyoruz.
Kısaca söyleyeceğim bunlardır. Yurtsever bir politikaya ihtiyaç var. Tarım stratejikse lütfen paradan bahsetmeyin. Ha, stratejik değilse "stratejik" kelimesini bu alandan çıkarın, biz şirketlere, çok uluslu şirketlere, yabancı şirketlere ortalığı verelim. Çünkü tohumda, ilaçta, gübrede, her türlü girdide onlara bağlıyız; nereden dönersek dönelim, elleri cebimizde.
Hepinize saygılar sunuyorum.