KOMİSYON KONUŞMASI

LALE KARABIYIK (Bursa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli arkadaşlar, değerli bürokratlar ve basın emekçilerimiz; sağlıklı bir çalışma yapmak istiyorsak bütçe çalışmalarında o zaman gerçekçi, sağlam veriler üzerinden hareket etmemiz önemlidir diye düşünüyorum. Bu nedenle bize gösterilen değil, gerçekleşen ve ülkeye yansıyan bazı veriler üzerinde biraz durmak istiyorum. Az önce Selin Hanım da gayet net ifade etti, oradan birkaç noktaya değineceğim, sonra farklı konular üzerinde yoğunlaşacağım.

Öncelikle, Türkiye'de ekonomik kırılganlık son derece kötü durumda, kırılganlık endeksinde 145 ülke içerisinde en kötü seviyelerdeyiz.

İkinci aşamada, bu az önce bahsettiğimiz kişi başına gelir üzerinde durmak istiyorum. 2015 yılı için 850 milyar dolar olarak öngörülen millî gelir, aslında 1 dolar 2,74 kurundan hesaplandığında 703 milyar dolara geriledi ve tabii bir önceki yılın ortalamasına göre yüzde 12 düşmüş oldu. Ancak, az önce de ifade edildiği gibi, cari yöntemden bir gecede satın alma gücü paritesine geçildiğinde sanki 2,3 artmış gibi gösterildi ve 9 bin 081 dolardan 19 bin 500 dolara fırladı yani bir gecede sanki zenginleşildi. Tabii, bu rakamlar Orta Vadeli Programda yer alıyor. Peki, satın alma gücü paritesi yanlış mıydı? Hayır, ülkelerin kullandığı bir yöntemdir ama ülkeler, bildiğiniz gibi, her ikisini de kullanıyorlar. Biz ise şu ana kadar kullanmayıp 2008 küresel krizinde bile ihtiyaç duymadan seçime iki buçuk hafta kala böyle bir yönteme geçmiş olduk. Bunu ifade etmek istiyorum özellikle.

Bir başka nokta, öncelikle Türkiye'de gelir dağılımının iyileşmesi asla söz konusu değil. Bakın, 27 ülke içinde sondan 3'üncüyüz gelir dağılımında. Maddi yoksulluk yaşayanların oranını hesaplıyoruz. Bu veriler TUİK verileri, 29,4'e inmiş, iyileşmiş gibi görünüyor. Biraz incelerseniz aslında kullanılan yeni bir modül olduğunu ve anket sorularının değiştiğini göreceksiniz. Örneğin, sorulardan bir tanesinde "Haneniz 445 liralık bir harcamayla karşılaştığında karşılayabilecek düzeyde midir?" derken sonraki yıl değişen soruda "410 liralık bir gelirle karşılaştığında borç alsa da karşılayabilecek durumda mıdır?" gibi -6 tane sorudan bir tanesini örnek veriyorum size, değişen- bu tür yöntem ve modül değişikliğiyle sonuçların değiştiğini görüyoruz çok net olarak ve bunlar aslında gerçeği birdenbire iyileşmeyi yansıtmayan verilerdir. Gelir dağılımındaki bozulmanın her zaman için kısa dönemde toplam talebi azaltarak büyüme üzerinde de olumsuz etki yarattığını da unutmamak gerekiyor. Tabii, gelir dağılımı eşitsizliği sağlık ve eğitim imkânlarına erişimden ülke içinde refahın dağılımına, suçlarda artışa kadar çeşitli konularda toplumu da etkiliyor. Sorunun çözümü gelir düzeyini artıracak politikalardır mutlaka. Yani, yoksullukla mücadelede elde edilen bir başarı söz konusu değil şu anda, Hükûmetin ifade ettiği gibi yoksullukla mücadelede bir başarı söz konusu değil bana göre.

Bir başka nokta: Yıllık 200 milyar dolar dış kaynak ihtiyacımız var yaklaşık. İki buçuk yılda net bazda baktığımızda sermaye gelmedi. 10 milyar dolarlık net çıkış yaşandı. Şirketlere baskı da yatırım yapılabilir ülke sıralamamızı olumsuz etkiledi, güven endeksi de düştü.

Şimdi, 64'üncü Hükûmet Programı'ndaki ifade şu: "Büyüme ve Makroistikrar" başlıklı bölümde: "Ülkemizi hem yerli hem yabancı yatırımcı için cazip bir ortam hâline getirdik ve uluslararası sermaye girişinde büyük artışlar sağladık." deniliyor. Maalesef durum böyle değil. 2002-2007 yılları arasında dünya ekonomisinin hızlı büyüdüğü ve Türkiye'nin de bundan nasibini aldığı ortada. Bu süreçte bir taraftan da çok iyi bir yabancı girişi yaşandı. Ancak daha sonra birtakım nedenler ve Hükûmetin de siyasi gerekçelerle şirketlere yaptığı baskılar ekonomiye gerçekten büyük zarar vermiştir. Türkiye yatırım endeksinde 6 sıra gerilemiştir.

Bir başka nokta, cari açık konusunda. Şöyle ifade ediliyor programda: "Ödemeler dengesi ekonomi politikalarımızın esası, cari açığı düşürmeye devam ederken büyümeyi daha iyi bir ödemeler dengesi bilançosuyla gerçekleştirmek şeklinde olacaktır. Dış ticaret dengesini iyileştirmeyi, artan kaynaklarımızı üretken alanlara yönlendirerek daha fazla gelire dönüştürmeyi hedefliyoruz." Maalesef sormak istiyorum: Aslında bu daha önceden yapılması gereken bir nokta değil miydi? Oysa kaynaklar lüks konutlara, AVM'lere kaydırıldı, üretim desteklenmedi. Bu nedenle zaten ihracat da büyüme de bu hâle geldi. AKP iktidarında ihracata dönük ürünlere, katma değeri yüksek ürünlere kaynaklar yeterince aktarılamamıştır. Bu çok net ortadadır.

Cari açığın finansmanına baktığımızda, evet, "sürdürülebilir cari açık" kavramını kullanıyoruz, doğrudan ve dolaylı yatırımlar geliyor cari açık miktarı kadar olursa diyoruz. Ancak tabii ki gerçekleşemeyen, sürdürülemeyen veya kapanamayan kısım ise rezervlerden karşılanıyor, bir de net hata noksan kalemindeki girişlerden karşılanıyor. Şimdi, burada aklımıza bir soru geliyor çünkü veriler şeffaf değil asla. Cari açığın finansmanında sürdürülebilir olmayan kısımda, kaynağı belli olmayan girişler acaba nereden kaynaklanıyor? Bakın, son on dört yılda Türkiye'ye kaynağı belli olmayan para âdeta akın etmiş durumda. Merkez Bankası verilerine göre 2002-2015 yılları arasında 37,5 milyar dolar meçhul bir para girdi. Şimdi, net hata ve noksan kaleminin içerik ayrıntısı nedir? Sadece istatistiksel hatalardan oluşsa bir yerde dengeye gelmesi gerekir. Ama bu hesapta üst üste gelen artışlar nasıl açıklanabilir? Sekiz ayda ortaya çıkan 26,6 milyar dolarlık cari açığın 10,9 milyar doları kaynağı belli olmayan döviz girişiyle karşılanmıştır yani net hata ve noksan kaleminin sekiz aylık ihracat tutarı olan 101,5 milyar doların yüzde 10,7'sine ulaşmış olduğunu da burada ifade etmek istiyorum.

Geliyorum enflasyonla ilgili bir eleştirime. Merkez Bankasının görevi fiyat istikrarını sağlayabilmektir ancak fiyat istikrarı maalesef dönem dönem sağlanamamıştır. Enflasyon hedefi orta vadeli programda yüzde 6,3 olarak gösterildi, sonra 7,6'ya yükseltildi ama enflasyon 8,1'lerde seyrediyor. Tabii, para arzındaki artış, artı büyüme hızı ve paranın devir hızı dikkate alındığında enflasyonun yüzde 9'lar seyrinde olabileceği de aslında tahmin edilebilir.

Şimdi, burada bir şeyi ifade etmek istiyorum, daima söylediğimiz bir nokta var. Uzun vadeli faizleri düşürme ve büyüme için çok güçlü bir destek sağlanabilmesi ancak bağımsızlığı güçlendirilmiş bir Merkez Bankasıyla mümkün olacaktır, bunun altını özellikle çizmek isterim.

Bir başka sorumuz da şu: Enflasyon hedefi, manşet enflasyon TÜFE mi, yoksa çekirdek enflasyon mu olacaktır? Bu noktada da aslında bir açıklık ihtiyacı söz konusudur.

Yine, mali disiplin başlığı altında yer alan kamu ihaleleri konusunda çok kısa bir şey söylemek istiyorum. Kamu kaynaklarının verimsiz kullanılması, özellikle ihalelerde maliyetlerin yüksek çıkması da istikrarsızlığı yaratan önemli bir diğer sorundur. Bunun da kısa kısa altını çizmek isterim çünkü içerikleri aslında ayrıntılı ama çok zaman almak istemiyorum.

Bir başka nokta, istihdam üzerindeki vergi ve kesintilerin brüt ücrete oranı yüzde 37'dir. Bu yük kaçak işçi çalıştırmayı teşvik etmektedir, ayrıca emek yoğun yatırımlar engellenmektedir. Bu nedenle istihdam yükü Avrupa Birliği ortalaması olan yüzde 25'lere indirilmelidir görüşündeyim.

Özelleştirme konusunda da söyleyeceğim bir nokta var. Aslında tabii ki özelleştirme birtakım ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla kullanılan araçlardan biridir. Eğer özelleştirme bir araç yerine amaç olarak kullanılırsa asla başarılı olma ve ekonomiye fayda sağlama işlevini sağlayamaz. Özelleştirme amaca ulaşmanın araçlarından bir tanesidir. Özelleştirme uygulamalarında nihai amacın ulusal ekonominin bir bütün olarak etkinliğini ve verimliliğini artırmak, dış rekabet gücünü yükseltmek ve toplumsal refahı çoğaltmak olduğunu da belirtmek istiyorum. Fakat sadece kaynak yaratmak amacıyla anlamsız kullanıldığında günü kurtaran ancak geleceği kaybeden bir uygulama özelliği de arz eder. Eğer verimsiz ve kârsız olup da özelleştiği zaman verimliliği artacak, istihdam ve gelir artışı sağlayacak, toplumsal fayda yaratacaksa ne güzel ama gelecekteki kârlarıyla birlikte ucuza ve ülke için stratejik önemi olduğu hâlde elden çıkarılmış ve kontrol dışı kalması bile göz ardı edilerek zaten yüksek kazanç potansiyeli olan bir yerin satışı yapılarak tepside sunulmuşsa bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Burada kamu yararından değil ancak kamu zararından söz edilebilir diyorum.

Az önce yine değinildi, iç tasarruf oranımızın kırılganlığımızı artırdığı. Zaten ekonomik kırılganlık endeksinde 145 ülke içerisinde en kötü durumdayız.

Bakın, iç tasarruf oranımızda iyileşme değil, kötüleşme var. AKP iktidarında yabancı sermayeye daha da muhtaç hâle geldik. Çünkü 2000 yılı öncesi yüzde 20'lerde olan yurt içi tasarruflar düzeyi, özellikle on yıldır oldukça geriledi ve yüzde 12,4 seviyelerine geriledi.

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - O yüzde 20'ler mevduat faiz oranlarının yüksekliğinden kaynaklanıyor.

LALE KARABIYIK (Bursa) - Açıklayacağım, evet efendim, açıklayacağım ama o aradaki ifadeyi net olarak anlatmıyor, bu da Türkiye'nin kırılganlığını daha fazla artırıyor.

Evet, aslında daha çok not ettiğim nokta var ama özellikle bu noktalarda şapkamızı önümüze koymak ve buna göre gerçek verilerle, Türkiye'ye yansıyan gerçek verilerle bütçe çalışmasının yapılması gerektiği görüşündeyim.

Teşekkür ediyorum efendim.