KOMİSYON KONUŞMASI

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, değerli bürokratlar, sayın milletvekili arkadaşlarım, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Vakit tabii, bir hayli ilerledi hem vaktin ilerlemiş olmasının vermiş olduğu dezavantajlar da var, hepimiz yorulduk hem de bazı konularda mükerrerlikler oluşuyor, zaman içinde insanların ilgilisi ve algısı da dağılıyor. Ama ben mükerrerliklere girmeden biraz önce başlattığımız ve verimli olduğunu düşündüğüm bir tartışma üzerine kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Aslında biraz daha teknik bir noktadan yaklaşacaktım sizin Bakanlığınızın faaliyetlerine ama çok verimli ve güzel bir tartışma başladı. Bunu aslında Hükûmetin ya da AKP'nin sanata ve topluma nasıl baktığına ilişkin bir tartışmayı da beraberinde getirdiği için anlamlı buluyorum. Ben sizi tanımıyorum ama arkadaşlarım entelektüel birikiminizin olduğunu söyledi, dolayısıyla böyle bir çerçevede sizin de düşüncelerinizin ne olduğunu ben açıkçası merak ediyorum.

Şimdi, arkadaşlarım, özellikle Mehmet Ağabey bir tanımla yaptı, sanatçı tanımlaması yaptı ve sanatçıda olması gereken kriterleri söyledi. Şimdi ben aslında ilk kez duyuyorum böyle bir tanımlamayı. Yani bu konularda biraz okuyan bir insan olarak böyle bir sanatçı tanımlaması yani toplumun bütün kesimlerini kucaklayan, ideolojisini sanata yansıtmayan bir sanatçı tanımlamasını ben ilk kez duyuyorum.

Yani sanatçıyla ilgili birçok tanım yapılabilir elbette ama bu konuda gerçekten çok muhataralı bir konu çünkü sanatın bizatihi siyasal iktidarla kurduğu ilişki, zaten marazlı ve sorunlu bir ilişkidir doğası gereği. Çünkü siyasal iktidar, toplumu kendi politik düşünceleri çerçevesinde yönlendirmek ister. En demokratından en otoriter olanına kadar bu böyledir. Yani bu, sadece otoriter iktidarların sorunu değildir, bu, iktidarın doğasının bir sorunudur. Sanatçı da kendi doğası gereği iktidarla hep didişir. Aslında sanatçı kendisiyle de didişir. Tek başına problemi, siyasal iktidar değildir, toplum düzeni değildir, hatta kendisidir de. Biraz önce Aşkın Bey söyledi, yani bazen sanatçı öyle sanat eserleri yaratır ki bir yandan kendini yansıtırken bir yandan kendini inkâr eder bir boyutuyla. Yani bugüne kadar söylediği her şeyi çöpe atar. Yani Schumpeter'in dediği gibi, "yaratıcı bir yıkım süreci" yaşar sanatçı. Hem kendi içinde hem siyasal iktidara karşı hem toplumun kendisine karşı. Dolayısıyla, düzenin kendisiyle, hâkim kuralların kendisiyle sanatçının kurduğu ilişki ister istemez çatışmacı bir ilişkidir. Dolayısıyla, sanatçının ideolojik duruşu, politik duruşunu biz tek başına "sanatçının siyasal düşünceleri" olarak dar anlamda anlarsak burada bir problem var demektir çünkü ideoloji, yaşamın kendisidir, yaşam biçiminin kendisidir. Yaşam biçimini gösterir sanatçının. Sanatçının hem kendisiyle hem ürettikleriyle hem ürettiği ürünüyle hem emeğiyle hem de içinde yaşadığı toplumla kurduğu ilişkidir ideoloji aslında. Bu açıdan baktığımız zaman, sanatçının ürettiği sanat eserinin kendi ideolojisinin saf anlamıyla kendisinde tecelli etmesinden daha doğal bir şey yoktur. Bu böyledir. Sanatın doğası gereği bu böyledir. Dolayısıyla, bunu böyle dar kalıplar içinde tartışarak, işte, "Sanatçı herkesi kucaklamalıdır." Sanatçı, herkesi kucaklayamaz, sanatçının bir duruşu vardır; bir politik duruşu vardır, bir siyasal duruşu vardır, yaşama karşı bir duruşu vardır. Bu duruşu, toplumun bazı kesimleri tarafından kabul edilir, bazı kesimleri tarafından kabul edilmez. Bazı kesimlerine uyar, bazı kesimlerine uymaz. Uymadığı içindir ki zaten sanat devrimcidir. Yani sanat, toplumu değiştirir. Hem estetize eder bir boyutuyla, bütün yaşadıklarımızı, yani binalarımızı, yaşam biçimlerimizi, sözlerimizi estetize eder sanat ama öbür yandan da değiştirme ve dönüştürme iddiasındadır. Dolayısıyla, sanatın ve sanatçının bu duruşuna böyle bakmak, statükonun kendisidir. Yani, sanatçı bir şey yapmaya çalışırken, bir şeyi değiştirmeye çalışırken, kendini ifade etmeye çalışırken siyasal düzenle ve siyasal iktidarla girdiği çatışmacı ilişki içinden, tam da böyle bir noktadan "Sanatçı, herkesi kucaklamalıdır ve kapsamalıdır." demek, aslında mevcut statükoyu tanımlamaktır ve onu savunmaktır. Çünkü sanatçı yıkar, yıkması gerekir. Bu böyledir. Sanatın doğasında bu var.

Dolayısıyla ben bu konularda, Sayın Bakanım, sizin düşüncelerinizi de merak ediyorum gerçekten çünkü siyasal iktidarın o ya da bu şekilde sanatla ve sanatçıyla kurduğu ilişki gerçekten sorunlu bir ilişki. Ben cümlelerimin başında da söyledim. Ancak siyasal iktidarların bazıları, sanattaki bu ruh hâlini daha içselleştirmiştir. Yine kendi kafasında soru işaretleri vardır, temkinlidir, ihtiyatlıdır ama daha hoşgörülüdür. Ama bazı siyasal iktidarlar da asla bunu hoşgörü olarak görmez, kavramaz, onu içselleştirmez ve sanatçıyla çatışır. Aslında siyasal iktidarların, siyasetin yelpazesinin neresinde yer aldığının kriterlerinden biridir sanat ve sanatçıyla, bilimle de kurduğu ilişki. Yani bunu ne kadar kavrıyor, ne kadar anlıyor, ne kadar içselleştirmiş, eleştiriye ve hoşgörüye ne kadar açık ya da ne kadar otoriter, ne kadar reddediyor, ne kadar dışlıyor, ne kadar çatışmacı? Bu, aslında o siyasal iktidarın rengini de bize gösterir. Yani, ne kadar demokratik olduğu ya da ne kadar otokratik olduğu. Dolayısıyla, siyasal iktidarlardan, daha demokratik siyasal iktidarlardan beklenen bunu daha hoşgörülü bir çerçeve içinde yumuşatmasıdır, kabul etmesidir.

Aslında Sayın Yüksel'in dediği, herkesi kucaklayan, kucaklaması gereken, sanatçı değil, aslında tam da Kültür Bakanlığı kadar önemli olan, tam da bu alanda faaliyet gösteren bir Bakan olarak Kültür Bakanının kendisidir. Bakınız, sizin Hükûmetten de özerk bir yanınız var aslında bu boyutuyla. Aslında en az politize olmanız gereken alan. Yani sizin kültüre ilişkin alanınız en az politize olmanız gereken alan. Mesela Aile Bakanlığı için de aynı şeyleri söyledik burada hatırlarsanız. Yani, aile...

MEHMET YÜKSEL (Denizli) - Hepsi aynı değil mi?

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Yok, bazı alanlar bazı alanlardan daha politik olabilir Hükûmet içinde ama sanat ve sanatçı ne kadar özerk ve özgür olacaksa bence kültür bakanlarının da biraz içinde yaşadıkları siyasal ortamın çatışmalarından ve polemiklerinden ve o ruh hâlinden biraz daha azade, biraz daha özerk bir yerde durmalarında bu anlamda çok ciddi fayda var diye düşünüyorum.

İkinci konu: Ben gerçekten "On iki yıl boyunca, AKP hükûmetleri dönemi boyunca nasıl bir kültür politikası var?" diye kendi kendime düşündüm. Bütün uygulamalarınıza baktım. Çok bölük pörçük, çok parça parça. Hani, "Bunu nasıl sistematize edebilirim ve nasıl 2 tane madde sayabilirim?" diye düşündüğümde aklıma şöyle 2 tane madde geldi, bu konuda ne düşünürsünüz? Cumhuriyetin kültür politikasını -neyse o, tartışalım- İslami referanslarla donatılmış muhafazakâr bir kültür politikasıyla ikame etmek. Böyle bir cümle kurma gereği duydum.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Bir daha söyler misiniz?

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Cumhuriyetin kültür politikasını İslami referanslarla donatılmış muhafazakâr bir kültür politikasıyla ikame etmek. Yani burada birçok uygulama görebiliriz ama vaktimiz çok olmadığı için buraya girmek istemiyorum. Aslında Sayın Yüksel'in bilinçaltında "Statükoyu savunmayın." dediği de biraz bu. Aslında bilinçaltında "Yeni Türkiye" dediğiniz de biraz bu. Yani bir hesaplaşma. Cumhuriyet, cumhuriyetin değerleri, kültür politikasıyla, orada yaratılmak istenen insan tipi, oradaki yaşam biçimiyle bir hesaplaşma ve bu hesaplaşmaya uygun biçimde bir "yeni" kurma ve bu yeniyi de, işte, İslami referanslarla, muhafazakâr dünya görüşüne uygun olarak belirleme ve bunu da kültür politikasının içine sokma ve ona giydirme. Böyle bir politikanız var. Yani benim baktığım, izlediğim, tek tek olaylara baktığımda çıkarttığım sonuçlardan biri bu.

İkincisi de şu: Daha çok pazar endeksli. Yani özel sektörün dinamizmini sürecin içine katmaktan öte bir şeyden bahsediyorum; yani, özel sektörün yaratıcılığını da sürecin içine katmaktan yanayız. Yani, etkinlik kazandırıcı, verimlilik kazandırıcı unsurları ama bunun da ötesinde, hani, bir popüler kültür ortamını yücelten ve kültürel alanın özelleştirilmesi ya da piyasacılaştırılmasına alan açan bir politikanızın olduğunu da ben anlıyorum. Yani böyle ikili bir sistematik çerçeve kurabilirim. Bu konuda düşüncelerinizi merak ediyorum.

Sürem daraldı ama bu teknikde birkaç şey de söyleyeyim, en azından kayıtlara geçsin kendi adıma.

3'üncü mesele: Şimdi Sayın Bakanım, aslında Bakanlığınızın bütçesi bence çok yetersiz. Yani kültür kadar çok önemli olan, hep konuşuyoruz, kültür ve turizm, 30 milyar dolar millî gelir, daha doğrusu 30 milyar dolarlık cari bir gelir elde etmemizi sağlayan, döviz kazancı elde etmemizi sağlayan bir sektörü yönetiyorsunuz, ayrıca toplumu estetize eden, kültürel değerlerine sahip çıkan ve bir kültür politikasını belirliyorsunuz, sanat dünyasıyla ilgilisiniz ama millî gelirin yüzde yarımının da altında bir bütçenin işlevlerle ilişkilendirildiğinde yetersiz olduğunu değerlendiriyorum. Ben bütçenizin, tabii, bu fonksiyonlara uygun biçimde daha yüksek olmasını umardım. Yani özellikle bir Cumhurbaşkanlığı Sarayına 1,4 milyar harcanan bir ülkede Kültür Bakanlığının yıllık bütçesinin 2,3 milyar lira olmasını ben esasen Kültür Bakanlığına yakıştırmıyorum. Öncelikle onu belirtmek isterim.

Onun dışında, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi. Ki bunların bütçelerinin biri 200 milyon, biri 240 milyon ve bunların önemli bir kısmı da personel giderleri aslında. Yani, kültürel aktivitelere, sanatsal aktivitelere daha fazla alan açan bütçeler olmasını umardım.

Şimdi, bir başka mesele Sayın Bakanım. Bununla ilgili bizim elimize ulaşmış olan notlar var, gazete haberleri var. Bunlar ne kadar doğru bilmiyorum ama sizin bu konuda en azından bir doğrulama yapmanız açısından, bir fırsat vermek açısından şöyle bir şey var: Türkiye'de sanat kurumlarına ait herhangi bir salon, yani devletin, Kültür Bakanlığının herhangi bir salon ya da sahnesinin bulunmadığına, sadece Ankara Devlet Tiyatrolarına ait Cüneyt Gökçer sahnesi hariç, Kültür Bakanlığının mülkiyetinde olan bir sahne ve binanın olmadığı. Şimdi bu doğru mu? Bunların hepsi tahsisli bina mı? Farklı farklı kurumlara ait olan tahsisli bina mı? Eğer öyleyse bunu nasıl açıklıyorsunuz? Yani Kültür Bakanlığı gibi bir Bakanlığımız var, orada çeşitli aktivitelerin yapıldığı sahneler var, bunların hiçbirisinin mülkiyeti Kültür Bakanlığında değil. Bunların hepsi tahsisli binalar. Dolayısıyla, hani, buradan da, tabii, şöyle büyük sonuçlar çıkartmak istemem, yani bu Bakanlık da nasıl olsa lağvedilmeye çalışılıyor, bu binalar da kendisinin değil gibi böyle büyük sonuçlar çıkarmak istemiyorum ama bunun neden böyle olduğunu da anlamak istiyorum. Yani niçin kendi mülkiyetinizde bu binalar yok da, bunların hepsi tahsis... Dediğim gibi, bu bilgi doğruysa eğer yani bendeki bilgi doğruysa eğer...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayınız.

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Son olarak, Sayın Bakanım, şimdi, turizm gelirlerine ilişkin gerçekten ben Türkiye'nin, potansiyelini kullanamadığını düşünüyorum yani 32 milyar dolar turizm geliri, 35 milyon insan ziyareti, dünyada 10'uncuyuz. Bu açıdan baktığımız zaman büyük bir rakam ama Türkiye'nin potansiyeliyle, tarihiyle, tarihî geçmişiyle, kültürel çeşitliliğiyle, coğrafi özellikleriyle değerlendirdiğimiz zaman bu rakamın yetersiz bir rakam olduğunu değerlendirmek isterim yani Türkiye'nin potansiyeli bu değil. Dolayısıyla turizm politikaları açısından burada bir zafiyetin olduğunu düşünüyorum ben yani bunu daha fazla artırmak mümkündür. Hele ki Türkiye'nin içinden geçtiği ekonomik konjonktürde bu kadar çok cari işlemler açığı veren bir ülkede "bacasız endüstri" dediğimiz turizm sektörünün çok daha fazla döviz geliri elde eder şekilde konumlanmaya ihtiyacı var. Bence bu yönlü stratejileri geliştirmek gerekir. Yani çeşitlilik, turizm çeşitliliği, bu son zamanlarda gelişmiş olmakla beraber hâlâ yetersiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Sayın Başkan, sabrınıza sığınırım.

Kişi başına turizm geliri meselesi, ben lisedeyken de hep aynıydı, şimdi de aynı yani 700-750 dolarlar. Nedir bu? "Magic number", burada sihirli bir rakam var. Ne olursa olsun, bu, 750 dolar. Yani burada hesaplamada bir problem mi var? Ya da istatistikler her zaman ortalamalara denk gelir diye bir istatistiki kural var ya, bu, 750 dolar mıdır? Yani dünyanın diğer örnek ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman böyle farklı farklı rakamlar var. Yani burası da biraz açıklanmaya muhtaç diye düşünüyorum.

Daha söyleyecek çok sözüm var ama vaktimiz yetersiz. Ben bütçenizin hayırlı olmasını dilerim.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.